KONUK YAZARLAR

“MUHTIRA GİBİ TAVSİYE” OLDU DARBE !..

1 Mart 1997 tarihli Cumhuriyet gazetesinin manşeti “Muhtıra gibi tavsiye” idi.

Bu manşetten yola çıkarak, 28 Şubat günü toplanan MGK’nın aldığı kararlara “muhtıra” demek doğru mu?

MGK kararlarına imza atan komutanları “darbeci” olarak yaftalayan FETÖ üyesi savcıların hazırladıkları iddianame, yine FETÖ üyesi hakimlerin oluşturduğu bir mahkemede değerlendirildi.

Hazırlık soruşturması sırasında delilleri toplayan polisler de FETÖ üyesiydiler.

En önemlisi, TSK’yı etkisizleştirme, emir komutayı ele geçirme ve Atatürkçü subayları tasfiye etme planını uygulayabilmek için masa başında deliller üretildi.

Sahte deliller”le hazırlanan davaların her aşamadaki katılımcıları FETÖ üyesi olmaktan mahkum oldular.

Bazıları yurt dışına kaçtı…

Ama davaya yeni hakimlerle devam edildi!..

***

Böyle durumlarda adaletli hükümler verebilmek için öncelikle terör örgütü üyelerinin hazırladıkları; kanıtları, iddianameleri ve kovuşturma evrakı ile verilmişse hükümleri toptan yok sayarak, yeniden yargılama yapmak gerekir.

Ne yazık ki, Türk Yargısı bu zor görevi yapamamış ve bu dersten sınıfta kalmıştır.

Dolayısıyla güvenilmez dosyalar üzerinden yargılamaları sonuçlandırmakta affedilmeyecek bir “adli hata”ya da imzasını atmıştır.

28 Şubat sürecinde yetkili ve görevli komutanlara verilen “müebbet hapis” cezalarını bu kapsamda değerlendirmekte bir yanlışlık yoktur…

***

Sorun şudur:

28 Şubat MGK kararları, TCK’nun tarif ettiği anlamda suç kabul edilebilirler mi?

Bu sorunun cevabını aramadan önce 28 Şubat günü MGK’da alınan kararlarında neler olduğunu hatırlamak gerekir.

28 Şubat MGK kararlarında özetle:

“8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmeli.

Kur’an kursları Diyanet İşleri Başkanlığına bağlanmalı, kaçak kurslar önlenmeli.

Tarikatların faaliyetlerine son verilmeli.

Kılık kıyafet yasası ödünsüz olarak uygulanmalı.

Yeşil sermayeye kısıtlama getirilmeli.

İrtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren medya kontrol altına alınmalı.

Tevhid-i Tedrisat (öğretim birliği) uygulanmalı.

Kurban derileri derneklere verilmemeli.

Atatürk aleyhindeki eylemler cezalandırılmalı” deniliyordu.

MGK’nın hükumete tavsiyesi buydu…

***

Bu kararların ne kadar yerinde oldukları, daha sonra yaşadığımız deneyimlerle defalarca kanıtlanmıştır.

Örneğin; 8 yıllık kesintisiz eğitimden vazgeçilerek 4+4+4 sistemine geçilmekle, eğitim sistemimizin ne hale getirildiği ortadadır.

MGK, Kur’an kurslarının Diyanet İşleri Başkanlığına bağlanarak kontrol altına alınmasını istenmişti; bugün Kur’an kurslarında yaşanan cinsel sapkınlıkları hatırlatmak bile, bu isteğin ne kadar yerinde olduğunu gösteriyor.

Tarikatların faaliyetlerine son verilmesi isteniyordu; ne kadar doğru bir istekti.

1997 yılında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e sunulan bir raporda:

“1.789 yurdun tarikatlar tarafından işletildiği, bunlardan 1.300’ünün Süleymancılara, 470’inin Fethullah Gülen grubuna ait olduğu, söz konusu irticai unsurların, ayrıca, pansiyon ve öğrenci evi gibi imkânlara da sahip oldukları” belirtiliyordu.

Eğer MGK kararları uygulansaydı; Türkiye’nin en büyük tarikatı/cemaati olan Fetullah Gülen Hareketi, (Fetullahçı Terör Örgütü) 15 Temmuz Darbe Girişiminde bulunamayacaktı.

Alınan kararlardan biri de kurban derileri ile ilgili olandı ki, kurban derilerinin derneklere/vakıflara verilmemesi isteniyordu.

Zira o güne kadar Türk Hava Kurumu (THK) kurban derilerini topluyor ve Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu, Diyanet Vakfı ve Sosyal Dayanışma Vakfı ile bölüşüyorlardı.

Daha sonra yasa çıkartılarak THK’nın kurban derisi toplaması yasaklandı.

THK, bu en önemli gelirden mahrum bırakılarak, yangın söndürme uçaklarının bakımını dahi yapamayacak duruma düşürülmüştür.

Nitekim, 2021 yılı içerisinde meydana gelen orman yangınlarının söndürülmesi çalışmalarında THK’nın uçakları yoktu.

Bu yüzden bu yılın orman yangınlarında sadece Manavgat yangınında 57 bin hektar ormanımız yanarak yok olmuştur.

2021’in ocak ile ağustos ayları arasında kül olan toplam ormanlık alan 177 bin 476 hektara ulaşmıştır…

***

Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan, üslubunu ağır bulduğu MGK kararlarını önce imzalamadı.

Bildirinin yumuşatılmasını istedi.

O sıralar askerlerle hükumet arasında giderek sertleşen diyaloglar yaşandı.

DYP’den iki bakan istifa etti.

Ardından bazı DYP milletvekilleri istifa etmeye başladılar.

Erbakan, Başbakanlığı koalisyon ortağı Çiller’e vermek amacıyla istifa etti.

Cumhurbaşkanı Demirel, hükumeti kurma görevini Mecliste çoğunluğu bulunan Çiller yerine, Mesut Yılmaz’a verdi.

“Benim takdirim böyledir” dedi.

Anasol-D Hükumeti kuruldu ve MGK kararlarını uygulamaya başladılar…

***

28 Şubat sürecinde Genelkurmay II. Başkanı Çevik Bir öncülüğünde Batı Çalışma Grubu (BÇG) kuruldu.

BÇG, MGK kararlarının uygulanıp uygulanmadığını denetlemek amacıyla kurulmuş bir yapıydı.

Mesut Yılmaz Hükumeti döneminde yasallaşmıştır ve 6 milyon insanı irticai faaliyet içerisinde oldukları iddiası ile fişlediği söylenir.

Bence 6 milyon azdır!

Birkaç yıl sonra da BÇG lağvedilmiştir…

***

2012 yılında TBMM “Darbe Araştırma Komisyonu” kurmuş ve 28 Şubat başta olmak üzere askeri darbeleri araştırmaya başlamıştır.

Komisyon raporunu 28 Kasım 2012 tarihinde TBMM Başkanlığına sundu; ancak, TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmediği için hükümsüz kaldı…

Postmodern darbe” kavramı o sıralar ortaya atıldı.

Tartışıldı da tartışıldı…

Kendine “aydın” sıfatını yakıştıran bazı asker düşmanları, 28 Şubat’ın “postmodern darbe” olduğunu ve darbeciler yargılanmadan demokrasinin yerleşmeyeceğini ısrarla savundular…

AKP iktidarının da “muktedir” olduğunu ispatlamaya ihtiyacı vardı, hükümsüz kalan o raporun esas alınarak dava açılmasını teşvik ettiler…

***

Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesinde dava açıldı.

14 Nisan 2018 tarihinde kararını açıklayan Mahkeme Heyeti, “Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini zorla düşürme veya vazife görmekten men” suçlamasıyla, aralarında dönemin Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Emekli Orgeneral Çevik Bir, Emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın da bulunduğu 21 sanığa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildiğini duyurdu.

Daha sonra Yargıtay 3. Ceza Dairesi, 28 Şubat davasına ilişkin temyiz incelemesini tamamladı.

Dairenin kararında; 28 Şubat 1997’de birtakım sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra basın yayın kuruluşları, üniversiteler, sendikalar, sermaye çevreleri, sivil bürokrasi ve yargı mensuplarının desteğiyle, Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan kararların hükumete dayatıldığı ve seçilmiş bir hükumetin işlevsiz hale getirildiği ifade edildi.

Bu cümleyi hukuki bulmuyorum ben!

Yüksek mahkeme bu konuda fena halde yanıldı.

Söz konusu süreçte yaşananların anlatıldığı kararda, suçun icra hareketleri üzerinde müşterek hakimiyet kurdukları tespit edildiği belirtilen sanıklar Ahmet Çörekçi, Aydan Erol, Cevat Temel Özkaynak, Çetin Doğan, Çetin Saner, Çevik Bir, Erol Özkasnak, Fevzi Türkeri, Hakkı Kılınç, İdris Koralp, İlhan Kılıç, Kenan Deniz, Vural Avar ve Yıldırım Türker, olay tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 147. maddesindeki “Türkiye Cumhuriyeti icra heyeti vekilleri heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek” suçu bakımından “müşterek fail” olarak sorumlu tutuldular.

Bu cümle de arızalıdır.

Sonuçta Daire, bu 14 sanık hakkındaki müebbet hapis cezalarını onadı

***

Şu sıralar sanıklar, infaz sürecini yaşıyorlar…

Komutanların bir kısmı yakalandı, bir kısım kendi gidip teslim oldular…

Kimine göre, Reis “af” yetkisi kullanarak bu durumdan da siyasi prim elde edebilir.

Kimi ise, asıl infaza devam edilerek istenen primi elde edebilir.

O ne düşünür, ne eder, kim bilir!..

***

Ben onu bilmem:

28 Şubat Davası ile Türk halkının adalete olan zedelenmiş inancı, iyice zedelenmiştir.

Bu nereden bellidir onu da açıklayayım dilerseniz:

28 Şubat sürecinin aktörlerinden “darbenin” doğrudan muhatabı olan Başbakan Erbakan:

28 Şubat bir askeri darbe değildi” demişti.

Adalet Bakanı Şevket Kazan da:

28 Şubat bir askeri darbe değildi” demiştir.

Dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller ise:

Askerlerin amacı darbe yapmak değil, sekiz yıllık kesintisiz öğretimi kabul ettirmekti. Batı Çalışma Grubundan da tabii ki haberim vardı” diyerek, gerçeğin altını çizmişlerdir.

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Milliyet’ten Fikret Bila’ya 8 Ocak 2013’te verdiği mülakatta; 28 Şubat’ın “darbe olmadığını, orada herkesin imzası bulunduğunu” söyleyerek, yıllar sonra açılan bu davanın dayanaksız olduğunu Devletin en yüksek makamında oturan memuru olarak ortaya koymuştur…

Eeeeee!…

Av. Cemil Can

DİPNOT:

Millî Güvenlik Kurulu’nun 28 Şubat 1997 tarih ve 406 Sayılı Kararına Ek-A

(rejim aleyhtarı irticai faaliyetlere karşı alınması gereken tedbirler)

1-Anayasamızda cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer alan ve yine anayasanın 4’üncü maddesi ile teminat altına alınan laiklik ilkesi büyük bir titizlik ve hassasiyetle korunmalı, bunun korunması için mevcut yasalar hiçbir ayrım gözetmeksizin uygulanmalı, mevcut yasalar uygulamada yetersiz görülüyorsa yeni düzenlemeler yapılmalıdır.

2-Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği Milli Eğitim Bakanlığı’na devri sağlanmalıdır.

3-Genç nesillerin körpe dimağlarının öncelikle cumhuriyet, Atatürk, vatan ve millet sevgisi, Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşitli mihrakların etkisinden korunması bakımından: a-8 yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalı. b-Temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak, devam edebileceği Kuran kurslarının Milli Eğitim Bakanlığı sorumluluğu ve kontrolünde faaliyet göstermeleri için gerekli idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

4-Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve inkılaplarına sadık, aydın din adamları yetiştirmekle yükümlü, milli eğitim kuruluşlarımız, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun özüne uygun ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır.

5-Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan dini tesisler belli çevrelere mesaj vermek amacıyla gündemde tutularak siyasi istismar konusu yapılmamalı, bu tesislere ihtiyaç varsa, bunlar Diyanet İşleri Başkanlığı’nca incelenerek mahalli yönetimler ve ilgili makamlar arasında koordine edilerek gerçekleştirilmelidir.

6-Mevcudiyetleri 677 sayılı yasa ile men edilmiş tarikatların ve bu kanunda belirtilen tüm unsurların faaliyetlerine son verilmeli, toplumun demokratik, siyasi ve sosyal hukuk düzeninin zedelenmesi önlenmelidir.

7-İrticai faaliyetleri nedeniyle Yüksek Askeri Şura kararları ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nden (TSK) ilişkileri kesilen personel konusu istismar edilerek TSK’yi dine karşıymış gibi göstermeye çalışan bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınları kontrol altına alınmalıdır.

8- İrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasadışı örgütlerle irtibatları nedeniyle TSK’dan ilişkileri kesilen personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna imkan verilmemelidir.

9- TSK’ya aşırı dinci kesimden sızmaları önlemek için mevcut mevzuat çerçevesinde alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve kuruluşları, özellikle üniversite ve diğer eğitim kurumları ile bürokrasinin her kademesinde ve yargı kuruluşlarında da uygulanmalıdır.

10-Bu maddenin tam metnini Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini ilgilendirdiği için yayınlayamıyoruz.

11-Aşırı dinci kesimin Türkiye’de mezhep ayrılıklarını körüklemek suretiyle toplumda kutuplaşmalara neden olacak ve dolayısıyla milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına yol açacak çok tehlikeli faaliyetler yasal ve idari yollarla mutlaka önlenmelidir.

12-T.C. Anayasası, Siyasi Partiler Yasası, Türk Ceza Yasası ve bilhassa Belediyeler Yasası’na aykırı olarak sergilenen olayların sorumluları hakkında gerekli yasal ve idari işlemler kısa zamanda sonuçlandırılmalı ve bu tür olayların tekrarlanmaması için her kademede kesin önlemler alınmalıdır.

13-Kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan ve Türkiye’yi çağdışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara mani olunmalı, bu konudaki kanun ve Anayasa Mahkemesi kararları taviz verilmeden öncelikle ve özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında titizlikle uygulanmalıdır.

14-Çeşitli nedenlerle verilen, kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat işlemleri polis ve jandarma bölgeleri esas alınarak yeniden düzenlenmeli, bu konuda kısıtlamalar getirilmeli, özellikle pompalı tüfeklere olan talep dikkatle değerlendirilmelidir.

15-Kurban derilerinin, mali kaynak sağlamayı amaçlayan ve denetimden uzak rejim aleyhtari örgüt ve kuruluşlar tarafından toplanmasına mani olunmalı, kanunla verilmiş yetki dışında kurban derisi toplattırılmamalıdır.

16-Özel üniforma giydirilmiş korumalar ve buna neden olan sorumlular hakkında yasal işlemler ivedilikle sonuçlandırılmalı ve bu tür yasadışı uygulamaların ulaşabileceği vahim boyutlar dikkate alınarak, yasa ile öngörülmemiş bütün özel korumalar kaldırılmalıdır.

17-Ülke sorunlarının çözümünü “Millet kavramı yerine ümmet kavramı” bazında ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan ve bölücü terör örgütüne de aynı bazda yaklaşarak onları cesaretlendiren girişimler yasal ve idari yollardan önlenmelidir.

18-Büyük Kurtarıcı Atatürk’e karşı yapılan saygısızlıklar ve Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındaki 5816 sayılı kanunun istismar edilmesine fırsat verilmemelidir.

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir