KONUK YAZARLAR

“HİKMET-İ HÜKÜMET”!..

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) HDP eski Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’la ilgili 22 Aralık’ta verdiği “derhal serbest bırakılsın” şeklindeki kararın ardından, avukatlarının tutukluluğa yaptığı itiraz;  Ankara 7. Sulh Ceza Hâkimliği’nce “AİHM kararının, kapsamı bilinmediğinden hukuken denetime elverişli olmadığına” hükmedilerek reddedildi…

Türkiye’yi birileri tuzağa mı çekiyor ne!

Hukuk güvenliği”nin bulunmadığı ve yargının bağımsız olmadığı bir Türkiye imajı, son tahlilde FETÖ sanıklarının işine yarar!

Benden söylemesi…

Cumhurbaşkanının, pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da yanlış yönlendirildiğine kesinkes inanıyorum.

Doğru analizi yapan bir ben kalırsam, asıl tutuklu olanların masumlar olduğunu söylemem çok da yanlış olmayacak.

Açıklayayım:

Selahattin Demirtaş’ın genel başkanlığını yaptığı HDP,  PKK Başkanı Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan kurduğu partidir.

Dolayısıyla HDP, PKK’nın TBMM’ndeki siyasi uzantısıdır.

PKK ise ABD’nin Ortadoğu’daki kara gücüdür.

Bu konuda tartışma yok!..

***

Demirtaş, 6-8 Ekim 2014’te Kobani Olayları[1] gerekçe gösterilerek yapılan eylemlerde, halkı “sokağa çıkmaya davet ettiği” için, bu olaylar sırasında 53 kişinin yaşamını kaybetmesinden sorumlu tutuluyor.

Yüklenen başka suçlar da var tabii ki…

Selahattin; “Başkan Apo’nun heykelini dikeceğiz, heykelini”[2] diyecek kadar gözü kara bir PKK militanıdır.

Selahattin’in Abisi Nurettin Demirtaş da PKK’nın üst düzey yöneticilerindendir.[3]

PKK ile o kadar içli dışlıdırlar yani.

PKK’nın nihai hedefinin Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusunu da kapsayacak şekilde bir “Kürdistan” devleti kurmak olduğunu bilmeyen yoktur…

Dolayısıyla PKK veya HDP’ye sahip çıkmak, düşmanla işbirliği yapmak anlamına gelir.

Nokta!..

***

Gelelim işin öteki boyutuna:

Tıpkı Abdullah Öcalan’ın yargılanmasında olduğu gibi, “hızlı ve adil” bir yargılama yaparak; Demirtaş hakkında açılan davaları sonuçlandırmak mümkün iken, bir yargılama tedbiri olan tutukluluğu 4 yıldan fazla uzatmanın ne anlamı var!

Diyelim ki, yargılamanın uzun sürmesi normaldir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Selahattin’e yurt dışına çıkma yasağı koyarak ve diğer güvenlik tedbirlerini de alarak, tutuksuz yargılanmasını sağlamaktan aciz midir?

Elbette ki değildir.

Bakın şu çelişkiye:

Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanan 2020 Bütçesi’nde;  HDP’ye 50 milyon 099 bin lira seçim yardımı yapılacak.

PKK’nın Meclis’teki uzantısına seçim yardımı neden yapılıyor?

Bu sorunun cevabını biliyorum: Yasa gereği…

Bu ne demek?

Gerçek veya tüzel kişiler, yasalar önünde mahkûm olmadıkları sürece “masum” sayılırlar ve bütün haklardan diğer kişiler gibi yararlanırlar…

***

Selahattin Demirtaş, mahkeme hükmü ile suçlu kabul edilmiş midir?

Hayır!

O halde, onun da diğer yurttaşlar gibi, yasaların yurttaşlara verdiği haklardan yararlanması gerekir.

Neden?

Çünkü hukuk bunu gerektiriyor…

Hukukun üstünlüğüne saygılı bir devletin, temel hak ve özgürlüklere saygılı olması gerekiyor…

Nokta!..

***

Türkiye’yi dünya devletler ailesi içerisinde küçük düşürmek, bir kabile devleti gibi göstermek kimin işine yarar acaba?

Hiç kuşku yok ki, geçen ay 41 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis ile binlerce yıl hapis cezaları alan FETÖ sanıklarının işine yarar.

FETÖ imamları derler ki:

Bizi bir suçumuz olmadığı halde; “bağımsız ve tarafsız” olmayan mahkemelerde yargılayıp mahkûm ettiler.

Derler ki:

Türkiye’den kaçıp Batı ülkelerine sığınan arkadaşlarımızın durumu da aynıdır, onlara sığınma hakkı verin.

Onlar da veriyorlar zaten.

O halde, bu tür işlerde duygusallığa yer verilmemelidir…

Bu haftaki analizimiz burada bitti…

***

Şimdi meraklılar ve biraz da profesyoneller için işin başka bir boyutunu irdeleyelim:

Türkiye, Mayıs 1949’da kurulan Avrupa Konseyi’ne (AK)  ağustos 1949’da kurucu üye olarak katılmıştır. [4]

AK’nin omurgası kabul edilen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 4 Kasım 1950’de Roma’da imzalanmıştır.[5]

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de bu sözleşme ile kurulmuştur.[6]

Anayasamızın 90. maddesi, usulüne göre yürürlüğe konmuş milletler arası anlaşmaların, kanun hükmünde olduğunu hüküm altına almıştır.[7]

Bütün bunlardan ne çıkıyor?

Usulüne göre yürürlüğe konmuş anlaşmalara uymamak kanuna uymamakla eş anlamlıdır!

Hiçbir kimsenin yürürlükteki yasalara uymama gibi bir imtiyazı söz konusu olamaz.

Yasalar herkes için eksiksiz uygulanmak zorundadır…

***

25.09.1989 tarihinde onaylanan AİHS’nin 46. maddesi: “Yüksek sözleşmeci taraflar, tarafı bulundukları herhangi bir davada mahkemenin kesin hükmü ile bağlı kalmayı üstlenirler” der. [8]

Demek ki, Anayasanın 90. maddesi gereğince uymak zorunda olduğumuz AİHM kararlarına bağlı kalacağımızı, bir kez de AİHS’nin 46. maddesi altına imza atarak da taahhüt etmişiz.

Bu durum karşısında; AİHM kararını “tanımıyoruz/takmıyoruz” demek devlet adamlığı ile bağdaşır mı?

“İnadım inat” diyebilmek için bu iki hükmü çiğnemeye değer mi?

Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı, “Bu karar bizi bağlamaz[9] diyebilir mi?

Kulaklarıma inanamıyorum!

Hükümetin bu konudaki tutumunu eleştirenleri, “İnsan Hakları adına sapkınlık peşinde koşanlar[10] olarak itham etmek, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’na yakışır mı?

Vaktiyle başka bir Anayasa Mahkemesi kararı için “uymuyorum, saygı da duymuyorum[11] diyen Erdoğan’ı, böyle bir tutum takınmaya yönlendirenlerden ciddi şekilde şüpheleniyorum!..

***

Bir de “devletin ali menfaatleri” veya eskilerin “Hikmet-i Hükümet[12] dediği uygulamalar vardır.

Bu konu biraz sıkıcı ve heyecan vericidir; tansiyonu bozuk olanlar buradan itibaren ayrılabilirler.

Konumuzla yakından ilgili olduğu için, biraz da “hikmet-i hükümet”ten söz edelim:

Devletin bekasının söz konusu olduğu durumlarda, devleti yönetenlerin her türlü kuraldan muaf tutulmasını savunan siyasal anlayışa “Hikmet-i Hükümet” denir.

Güncel Türkçedeki karşılığı; “Hükümetin varlık nedeni”dir; buna “devlet aklı” da denir.

Hikmet-i Hükümet anlayışının aksine, “hukuk devleti”  anlayışı, her türlü eylem ve işleminde hukuka bağlı kalmak zorunda olan bir devleti tarif eder.

Hukuk devletinde devlet, sadece bireyin refahını ve hukukunu koruyacak bir araçtan ibarettir.

Devlet hukukun üstünde değildir ve hukukla sınırlandırılmamış haldedir.

Hiçbir şekilde, hiçbir durumda devletin hukuk dışına çıkması, hukuka aykırı kararlar vermesi kabul edilemez…[13]

Doktrinde tarifler her ne kadar bu şekilde yapılsa da uygulamada bazı farklılıklar vardır.

Toplumun kısa vadeli çıkarları ile uzun vadeli çıkarları arasında “tercih yapmak” yöneticilerin görevleri arasında kabul edilir.

Makyavel; “ulusun sevk ve idaresi için devlet adamı gerekli olan her şeyi yapmalıdır” demiştir.

Halk, yöneticilerin yaptığı her işi bilemez ve yasalara uygun olup olmadığını değerlendiremez…

Olağanüstü hal uygulamalarını da bu kapsamda değerlendirmek gerekir.

Örneğin; yargıyı ele geçiren (FETÖ gibi) bir örgütten, kendisini ortaya çıkartıp yargılaması beklenmez!..

Böyle durumlarda olağan dışı önlemlere başvurmak devletin bekası açısından gerekli ve zorunlu olabilir…

***

Demek ki, kamu yararı için istisnai durumlarda yürürlükteki hukuk kuralı ihlalleri, görmezden gelinebiliyor.

Alınan önlemler, başka hukuka uygunluk sebeplerine istinat edebiliyorlar.

Başka örnekler de var:

Genel veya özel af ile suçluluğu sabit olanların cezalarının infazı durduruluyor.

Suçlular cezalarını çekmiyorlar!

Savaşta askerlerimizi öldüren düşman askerleri esir alındığında, bir cezaya çarptırılmadan bizim esirlerimizle değiş-tokuş yapılabiliyor.

Örtülü ödeneğin kullanıldığı işlerin tümü, yargı denetimi dışındadır mesela ve bu ödeneğin ne için kullanıldığını kamuoyu hiçbir zaman bilemez.

Benzer olayların tümünü, “devletin ali menfaatleri” kavramı içerisinde değerlendirmek mümkündür.

Örneğin, muhalefet partilerinin söylemlerinin aksine; o Papazın ABD’ye verilmesi, o Alman gazetecinin serbest bırakılması, o gizli servis elemanı ile bizimkinin değiş-tokuş edilmesini, aksi kanıtlanana kadar hep bu kapsamda değerlendirmek gerekir…

Bununla birlikte, eğer yöneticiler kendilerine tanınan “hikmet-i hükümet alanı”nı, iç siyasette ve kendi kişisel çıkarları için kullanırlarsa, o zaman onların görevlerini kötüye kullandıklarından, keyfi işler yaptıklarından söz edilir…

Bunların da yaptırımı siyasi olup, faturası ancak sandıkta kesilebilir!..

***

Çok uzadı biliyorum, şimdi bitiriyoruz:

AİHM’nin Demirtaş’la ilgili verdiği karar “tutukluluk” hali ile ilgilidir.

Zira Türkiye’de hakkında henüz verilmiş ve kesinleşmiş bir yargı kararı bulunmamaktadır.

Büyük Daire, AİHS’nin beş maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

Bu usul ile ilgili bir karardır.

Demirtaş’ın hukuki olmaktan ziyade “siyasi saiklere” dayalı gördüğü tutukluluk halinin, AİHS’nin 5 maddesini ihlal ettiğine karar vermesi tartışmaya açıktır.[14]

Büyük Daire, işin esasına girseydi,  Türk yargısının, yargı yetkisine tecavüz etmiş olacaktı…

***

Tutuklama, ceza muhakemesinde düzenlenmiş istisnai ve nihai bir koruma tedbirdir.

Tutuklamanın amacı: Yargılamayı kolaylaştırmak (sanığın kaçmasını, delilleri karartmasını önlemek) ve eğer sanık mahkûm olursa cezanın infazını sağlamaktır.[15]

Ceza Muhakemesi Kanununda düzenlenmiş olan tutuklama, sonuçta bir usul kuralıdır ve usul kuralları masumları korumak için konulmuşlardır.

Başka bir ifade ile usul kurallarına uyulmaması, hukuk güvenliğini ortadan kaldırır.

Ve bunun bedelini masum insanlar öder!…

***

Dolayısıyla hukuka saygılı bir devlette; 4 yıldan fazla tutukluluk hiçbir şekilde izah edilemez!

O halde; bu uzun tutukluluk hikmet-i hükümet olabilir mi?

Yoksa AİHM kararlarını tanımamakta mı vardır bir hikmet-i hükümet?

Kim bilir belki de Türkiye;  AK, AB ve NATO ile köprüleri atmaya karar vermiştir!

Ne bileyim.

Atsın anasını satayım, ben isterim vallahi…

Av. Cemil Can


[1] Kobani Olayları veya 6-7 Ekim Olayları, IŞİD’in Kobani’yi kuşatması üzerine; YPG militanlarının Türkiye sınırları üzerinden silah nakli yapmasına izin vermeyen Hükûmete tepki olarak HDP Merkez Yürütme Kurulu’nun 6 Ekim’de aldığı kararla ve sokağa çıkma çağrısıyla başlayan protesto eylemleri ve silahlı çatışmalardır.

Resmi rakamlara göre, bu olaylarda 53 yurttaşımız yaşamını kaybetmiştir; birçok kamu binasının yanında ev, iş yerleri ve taşıtların yakılması nedeniyle de pek çok ilde sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti.

[2] https://www.youtube.com/watch?v=EXWmZRBsIos

[3] Nurettin Demirtaş, Zaza kökenli Türk siyasetçi ve PKK üyesi. 2007-2008 yılları arasında Demokratik Toplum Partisi eş genel başkanı olarak görev aldı. Hâlen PKK’nın “eğitim komitesi üyesi” olarak örgüt kadrosunda yer almaktadır.

[4] http://www.mfa.gov.tr/avrupa-konseyi_.tr.mfa

[5] https://www.echr.coe.int/documents/convention_tur.pdf

[6] https://www.echr.coe.int/Pages/home.aspx?p=applicants/tur&c

[7] 90. Madde. Türkiye Cumhuriyeti adına Yabancı Devletlerle ve Milletlerarası Kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır. … Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası Andlaşmalar kanun hükmündedir.

https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tc_anayasasi.maddeler?p3=90

[8] https://jurix.com.tr/article/16041

[9] http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2006-65-244

[10] https://www.yenicaggazetesi.com.tr/erdogandan-reform-mesaji-324471h.htm

[11] https://www.dw.com/tr/erdo%C4%9Fan-aym-karar%C4%B1na-uymuyorum-sayg%C4%B1-da-duymuyorum/a-19080349

[12]  “Hikmet-i hükümet,  en az kötü olanda karar kılmayı gerektirir. İki kötüden daha az kötü olanı yapabilmek ve bu bağlamda zorunluluk halinde, kötülük içinde nasıl hareket edilmesi gerektiğini bilmek hikmet-i hükümetteki hikmeti ortaya koyar (Vincent, 1987: 68-71).

İşte tam da bu noktada olağanüstü hal mantığı devreye girer. Olağanüstü hal devlet çıkarı dürtüsünün en somut biçimlerinden biridir. Olağanüstü hal rejimleri hemen her zaman büyük bir felaketten kaçınmak için daha az kötü olan seçeneği yapma retoriğinin içinde şekillenir. Daha büyük bir şiddetin ortaya çıkmasını önlemek için şiddet kullanılır ya da hukukun tümüyle ortadan kalkmasını engellemek için hukuk askıya alınır. Böylelikle hem daha büyük acılara yol açacak bir durum henüz daha potansiyel haldeyken ortadan kaldırılır hem de acil bir konjonktürün gerektirdiği şey yapılmış olunur (Zarka, 2003: 201-2).

Bu bağlamda ilerlemeyle hikmet-i hükümet arasındaki ideolojik devamlılık en rafine biçimde Hegel’de karşımıza çıkar. Hegel felsefesi ilerlemenin devlet otoriteriterizmiyle sonuçlanan karanlık doğasını tüm yönleriyle ortaya koyar. Tarihin mutlu sayfaları boş sayfalarıdır filozofa göre. İnsanlar acı çeker insanlık ilerler. Tarihin doğru formülü ilerlerken geride bıraktıklarımızı düşünmemizi salık verir bize. Bu arada masum çiçeklerin üzerine de basılabilir. Tümel olarak doğru olanı yaptıktan sonra birkaç tekil ruhun açı çekmesi ayrıca üzerinde durulacak bir meseleye karşılık gelmez.

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/405900

[13] https://tr.wikipedia.org/wiki/Hikmet-i_H%C3%BCk%C3%BCmet

[14] Özgürlük ve Güvenlik Hakkı (m.5/3);Seçme ve Seçilme Hakkı (1 Nolu Protokolün 3. maddesi); Haklara Getirilecek Kısıtlamaların Sınırlandırılması (m.18); İfade Özgürlüğü (m.10) ve Tutuklamanın Hukuka Aykırılığı (m.5/1)

[15] http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2006-65-244

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir