KONUK YAZARLAR

MHP KOLTUK DEĞNEĞİ Mİ PASPAS MI?..

r.t.e

AKP iktidarını kaybetmemek için sürekli iktidara getirilme nedenini sömürmektedir.

İşine geldiğinde “Açılım” yanlısıdır, gelmediğinde; müzakereyi bırakıp, mücadele seçeneğini öne çıkartmaktadır…

Sürekli aldatılarak yönetilen Türk halkı, iktidarın “aldatıldık” savunmasına hala itibar etmektedir.

R.T. Erdoğan, hiçbir kanıt göstermeden ve ne şekilde aldatıldığını açıklama zahmetine bile girmeden bir sabah vakti; Suriye Devlet Başkanı, aynı zamanda eski “kankası” Beşar Esat’ın, kendisini aldattığını söyleyerek düşman ilan edebilmiştir.

Erdoğan’ın yakın çevresini hedef alan, 17/25 Aralık soruşturmalarından sonra, “Ne istediler de vermedik” dediği hükümet ortağı Cemaat’in de kendilerini aldattığını açıklamıştır.

Cemaat, TSK’ya kumpas kurmakla, Devlet’in gizli bilgilerini düşmana satmakla ve casusluk yapmakla suçlanıp, hain ilan edilmiştir…

En son da “Açılım” ve “Çözüm Süresi” yalanlarıyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan Kürtlerin oylarını paylaştığı 13 yıllık ortağı PKK’nın kendilerini aldattığını ileri sürüp, müzakere sürecine son noktayı koymuştur…

Türk halkı, AKP’nin “Aldatıldık” savunmasına hala değer veriyor…

Bu nedenle, çoğunluğun AKP hükümeti hakkındaki kanaati; “yapılması gerekeni yapıyor” şeklinde oluşmaktadır…

AKP erken seçimi kafasına koydu ve bu defa milliyetçi oylara gözünü dikti.

Hakim düşünce; operasyonların erken seçime hazırlık için başlatıldığı yönündedir…

Doğruluk payı yüksek olan bu tespitten sonra,Y-CHP gibi Y-MHP’nin de AKP ile baştan beri gizli bir ortaklık içerisinde olduğu iddialarına geçelim:

AKP’ye göre, Cemaat kendilerini aldatmasaydı, açılım işine de hiç bulaşmayacaklardı…

Durup duruken “Açılım” gündeme getirilmeseydi; zaten 2000’li yılların başında bitmiş olan terör canlanamaz, buna bağlı olarak şehit cenazeleri gelmez ve analar da ağlamazdı. Bunun sonucu olarak da PKK, Meclis’te 80 milletvekili ile temsil edilecek kadar güçlenemez; Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da “paralel devlet” kuramazdı!..

AKP, bu çerçevede oluşturduğu propaganda malzemeleri ile erken seçime gitme ve tek başına yeniden iktidara gelme hesapları içerisindedir…

CHP’nin neredeyse sabit hale gelen yüzde 25 civarındaki oyundan, kıymık koparamayacağına göre; gözünü 13 yıllık proje ortakları; MHP ile HDP’nin oylarına diktiğinden kuşku duyulmamalıdır…

Kabul etmek gerekir ki, küresel güçlerin desteği ile iktidara gelen Erdoğan’ın, kullanım süresi bitmiş, üzeri çizilmiştir. Emperyalistler, yollarına yeni aktörlerle devam etmek istemektedirler…

Bu yüzden, bugün en zor durumda olan parti, 13 yıl AKP’ye koltuk değnekliği yapan MHP’dir…

AKP, MHP’nin desteği sayesinde karşıdevrimi tamamlamış ve devletin bütün kurumlarını ele geçirebilmiştir. Devleti ele geçirmede en önemli rolü; hiç kuşku yok ki, ABD kontrolündeki Cemaat üstlenmişti. Ele geçirme sırası gelen kurumları, önce itibarsızlaştırmışlar, daha sonra da ilgili yasalarını değiştirerek ele geçirmeyi kolaylaştırmışlardır.

Bütün bu yasaların çıkartılmasında ihtiyaç duyulan desteği MHP hiç bir zaman esirgememiştir!

Gerçekte yapılmakta olan bir karşıdevrimdi!

ABD’nin Türkiye’de karşıdevrim yapılsın diye derdi yoktu ve olamazdı da. Onlar bu operasyonlar ile TSK içerisindeki “ulusalcı subayları tasfiye” etmek istiyorlardı. Böylece Türk Ordusu’nu Ortadoğu’da; kendi askerleri gibi kullanabileceklerdi…

Erdoğan’a BOP’nin Eş Başkanlığı görevi de bu nedenle verilmiştir.

Erdoğan’nın bir gecede Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat’ı, düşman ilan edip, “Eset”e çevirmesi, eş başkanlık görevinin bir sonucuydu. “Ilımlı İslam Projesi” ve “Medeniyetler İttifakı” gibi projelerin tümü, İslam ülkelerini yozlaştırılmış bir din üzerinden yönetmek için geliştirilmiştir.

Bugün CIA‘nın kontrolünde olduğuna en ufak bir kuşku duyulmayan Fetullah Gülen, bu görevi gönüllü olarak üstlenmiş bir “din adamı”dır!..

“Hoca Efendi” unvanı verilen Gülen, ABD’nin dünyadaki “tek otorite” olduğu fikrine Müslüman toplulukları ikna etme görevini yerine getirmede en ufak bir tereddüt göstermemiştir…

AKP ve Cemaat, Türkiye’deki karşıdevrimin en önemli aktörleri olarak görev üstlenmişken; duyarlı kesimlerin direncini kırmak için “Yeni CHP”ye, milliyetçi çizgide yeni parti arayışlarının önünü kesmek için de “Yeni MHP”’ye görev verilmiştir.

Kılıçdaroğlu ve Bahçeli bu görevlendirmeleri ne yazık ki kabul etmişlerdir!..

Kaset operasyonları ile yönetimleri değiştirilen bu iki muhalefet partisi, karşıdevrimin başarıya ulaşması için üzerlerine düşen görevleri yapmışlardır.

Bu konudaki sorumluluklarını tarih kaydedecektir…

Karşıdevrim sırasında kullanımına verilen Emniyet ve Yargıyı, bir süre sonra ortağı AKP’yi tasfiye etmek amacıyla kullanan Cemaat, beklenmedik bir sürprizle karşılaşmıştır. Halk Erdoğan’ı sahiplenmiştir. Ortaya çıkan kaostan en iyi şekilde yararlanmayı becerebilen Erdoğan’ın kucağına; bir anda “antiemperyalist” tavır takınma ve “yurseverlik” söylemi can simidi gibi düşmüştür. Bu şekilde, yeniden halkın gönlünü kazanıp, iki kişiden birinin oyunu almayı başarmıştır…

***

Karşıdevrim en büyük tahribatını “Kuvvetler Ayrılığı İlkesi” üzerinde vermiştir.

Yasama erkini elinde bulunduran AKP, pısırık ve işbirlikçi muhalefet sayesinde, kısa sürede Yargı erkini de yürütmenin etkisi altına almayı başarmıştır…

Bağımsız ve tarafsız” davranamayan yüksek Yargı; hükümetin demokrasiye ve evrensel değerlere aykırı düzenlemelerini iptal edememiş ve yürürlüğe girmesini engelleyememiştir… Böylece karşıdevrim kendi hukukunu yaratma olanağını da yakalamıştır!

Muhalefet daha baştan “ayarlanmış” ve basın ele geçirilmiş olduğu için, doğal olarak halk da olup bitene hala uyanamamıştır…

Halkı afyonlama işinde; Kılıçdaroğlu’nun “Şeriat tehlikesi görmüyorum” ve “Yargıda Cemaat yapılanması vardır diyemem” çerçevesinde oluşturulan söylemleri, son derece etkili olmuştur.

Bu süreçte; AKP’nin asıl işbirlikçisi hiç kuşku yok ki, Bahçeli’nin MHP’sidir…

Çünkü MHP, antidemokratik yasaların çıkmasında hükümetin ihtiyaç duyduğu desteği her zaman vermiştir.

Bu antidemokratik yasaları gözü kapalı onaylayan ve zaten daha sonraki uygulamaları ile “Çankaya Noteri” diye anılan Abdullah Gül’ün, Cumhurbaşkanlığına seçilmesinde de; en anlamlı desteği yine MHP vermiştir…

MHP, 367 oyu bulamayan AKP’ye adeta Cumhurbaşkanlığını hediye etmişti…

Türk Yargı organlarında ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde kesin çözüme kavuşturulmuş olan “türban sorunu”nunda da Y-CHP’den önce sahaya inen Y-MHP olmuştur…

Demokratik Cumhuriyetin olmazsa olmazı “laiklik ilkesi”nin; yasal düzenlemeler ile adım adım ortadan kaldırılmasına, Y-CHP gibi Y-MHP de tereddütsüz destek olmuştur…

Aynı şekilde “eğitim ve öğretim birliği”ni bozan, “dinci eğitim”i meşru hale getiren 4+4+4‘ün yasalaşmasında da muhalefet görevi yerine getirilmemiştir

Bahçeli, 7 Haziran seçimlerinden hemen sonra; koalisyon için kırmızı çizgisini ortaya koymadan, HDP’nin nasıl bir tavır takınacağını beklemeden, akıllara ziyan bir acelecilikle ve kesin bir dille; HDP ile hükümet kurmayacağını açıklayarak; halkın iktidardan düşürdüğü AKP’yi iktidardan düşürmemek için mevzilenmiştir!..

Çünkü MHP’nin bu tutumu yüzünden, içerisinde AKP bulunmadan bir hükümet kurmak olanaksızdı…

Bu noktada, halkın AKP’den kurtulamamasının yegane sorumlusu Devlet Bahçeli’dir…

İktidardan düşme korkusu ile dağılma sürecine girecek olan AKP, MHP’nin bu hayat üpücüğü ile yeniden toparlanmaya başlamıştır…

Halbuki milletvekili çoğunluğunu teşkil eden muhalefet, AKP’yi siyaset sahnesinden indirebilir ve tarihin tozlu raflarındaki yerine gönderebilirdi…

Sadece 17 ve 25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarını başlatmak ve seçim barajını kaldırıp, seçim mevzuatını adaletli hale getirmek suretiyle bile, bu sonuç elde edilebilirdi…

Muhalefetteki üç partinin de böyle bir sonucu istemediği anlaşılmıştır. Çünkü Y-CHP ile Y-MHP, AKP’nin suç ortağı, HDP ise açılım ortağıdır…

Yalnız olan ve çaresiz bırakılan Türk halkıdır…

MHP, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “çatı adayı” olarak öne sürdüğü Ekmeleddin İhsanoğlu’nu Meclis başkanlığı seçiminde de aday göstermiş, fakat sahiplenmeyerek yine ortada bırakmıştır.

Çocukça bir hamle ile Meclis Başkanlığını da AKP’ye hediye etmiştir!…

CHP’yi Meclis Başkanı adayı göstermeme konusunda ikna etme çabası içerisine dahi girilmeye tenezzül etmemiştir…

Kim ne derse desin, Bahçeli yönetimindeki Y-MHP, baştan beri AKP’nin “ülkü ocakları” gibi hareket etmektedir. Bu nedenle yapılan “koltuk değneği” yakıştırması son derece haklı ve yerindedir…

Denebilir ki, terörün bugün geldiği noktaya tırmanmasında baş sorumlu AKP ise, ikinci sıradaki sorumlu AKP’nin gizli ortağı gibi hareket eden Y-MHP’dir..

Y-CHP’yi sorumlular arasında saymaya gerek yoktur. Çünkü Y-CHP’ye dönüştürülen CHP, AKP’nin doğrudan açılımın ortağıdır!..

Baykal’ın kaset operasyonu ile yönetimden uzaklaştırılmasından sonra, getirilen SOROS’CU ekibin baş görevi: Ulusalcıları tasfiye ederek, CHP’yi HDP’ye dönüştürmekti. Bunda da başarılı olunmuştur!..

Sırası gelmişken şu kadarını söylemeden geçmeyelim: CHP içerisine yerleştirilen liberal görüşlü işbirlikçilerin tamamı, BOP’un başarısı için çaba gösteren küresel güçlerin elemanlarıdır…

Bu saptamalardan sonra, Bahçeli’nin “yalılarında viski yudumlayarak HDP’yi destekleyen şerefsizler” çıkışını; hiçbir şekilde ciddiye almamak gerekir. Hedef saptırmak ve kendi durumunun tartışılmasını ötelemek için yapılmış bir hamle olduğu son derece açıktır…

HDP’yi destekleyenleri suçlayabilecek en son kişi Bahçeli’dir…

PKK’nın siyasi uzantısı olan HDP’yi, büyütüp bu hale getiren, Türkiye Cumhuriyeti Devletini terör örgütü ile masaya oturtan, 2000’li yılların başında bitmiş olan terörü yeniden hortlatan ve “Her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alan” AKP’ye, koltuk değnekliği yapan Bahçeli’nin, kendi durumunu gözden geçirmeden, “şerefsiz” sözcüğünü kullanmaya hakkı yoktur!..

Devlet Bahçeli, Alpaslan Türkeş’in MHP’sini Erdoğan’ın ayakları altına paspas olarak atan bir lider olarak tarihe geçecektir…

“Şeref” konusunda ise fazla bir şey söylemeye gerek yok. Günü geldiğinde; kimin ne kadar şerefi olduğunu MHP’nin “milliyetçi” seçmeni takdir edecektir…