DEVLET ADALET DAĞITAMIYORSA…
1 Eylül’de 25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu için takipsizlik kararı verildikten sonra şimdi de aynı şekilde 17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu takipsizlikle sonuçlandı! İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Birimi savcılarından Ekrem Aydıner’e göre; deliller usulüne uygun toplanmamış ve herhangi bir örgüte de rastlanmamıştır!.. Madem öyle, 17 Aralık Operasyonu’nu yürüten savcı Celal Kara, nereye dayanarak aralarında 4 bakanın oğulları da bulunan 89 kişi hakkında gözaltı kararı almıştır? Peki, mahkeme 24 kişi hakkında nasıl tutuklama kararı verdi? Çocukları tutuklanan bakanlar; Zafer Çağlayan, Muammer Güler, Erdoğan Bayraktar ile Egemen Bağış neden istifa ettiler?..
25 Aralık Soruşturması’nı yürüten savcı hakkında soruşturma yürüten HSYK Müfettişi Ömer Kara, Cumhuriyet Savcısı Muammer Akkaş’ın meslekten ihracını istemekle doğru mu yapıyor?..
İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler’in evinde bulunan yüklü miktarda para, kasalar ve para sayma makineleri, Hak Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın evinde ayakkabı kutularına dizilmiş 4,5 milyon dolar, Egemen Bağış’a çikolata kutusu içerisinde verilen 500 bin doların açıklamasını nasıl yaptılar çok merak ediyorum!..
Bu ve benzer soruların yanıtları verilmeden, halkın kafasında bu dava, takipsizlikle sonuçlanmış olmaz!..
Kanıtların usulüne uygun olarak toplanmamış olması ise böyle bir sonucu ortaya çıkartmaz… Çünkü Yargıtayımız usulüne uygun olarak elde edilmemiş kanıtların dosyadan çıkartılmasını kabul etmemektedir. Usulsüz kanıt toplamak ayrı bir suç olsa da, toplanan kanıtlar bir suçun varlığını kanıtlıyor ve diğer kanıtlarla destekleniyorsa, o kanıtlar da hükmün oluşması sırasında değerlendiriliyor. Bugüne kadar uygulama bu şekildeydi…
Bu kadar yüz kızartıcı kanıtlar ortalığa dökülmüşken, Savcı Muammer Akkaş hakkında soruşturmayı yürüten HSYK Müfettişinin, “yalnızca iletişim tespit tutanakları ile işlem yapıldığını” kabul etmesi akıl ve mantıkla bağdaşır gibi değildir…
Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Ne istediler de vermedik” dediği Cemaat’e, Emniyet gibi Yargı’nın da verilmiş olduğu açık seçik ortaya çıkmıştır. Bu gerçeklik elbette ki Cemaat’e yakın savcıların, hükümet üyelerine karşı yaptığı soruşturmaların tümünü sakat hale getirmez!..
Yargıdaki Cemaat’e karşı, hükümetin yargısı da hiçbir şekilde desteklenemez!.. Yargı içerisinde Cemaat’e yakın hakim ve savcılar var diye de hiç kimse işlediği suçlardan takipsiz bırakılamaz!.
Bağımsız ve tarafsız olması gereken yargının bir kısmı Cemaat’e, bir kısmı da hükümete bağlı ise, öyle bir yargıdan adaleti gerçekleştirmesi de beklenemez!..
Yaşanan bu gerçekler karşısında Türk halkının önünde şu soru cevap beklemektedir:
Bir kere “Hukuk Devleti” ilkesinden vazgeçemeyiz!..
Bu ilkeyi çiğnemeden, yargı içerisinde yuvalanan “Cemaatçi Yargı”yı nasıl temizleyeceğiz? Önümüzde duran temel sorun budur.Hakimlik ve Savcılık Sınavı’nın sorularını çalarak hak edenlerin yerine, hak etmeden hakimlik ve savcılık görevlerine gelen Cemaat mensuplarının durumunu “kazanılmış hak” olarak görüp, ses çıkartmamak mümkün değildir!..
Anayasa ile hüküm altına alınmış “Hakimlik teminatı”nı da yok saymak mümkün olmadığına göre, yargı içerisinde –en alt düzeyden en tepeye kadar– örgütlü bulunan Cemaat’i dağıtmak nasıl mümkün olacaktır?..
Cemaat tarafına geçip hükümetin adamlarına, hükümet tarafından Cemaat’in adamlarına sövüp saymak kolaydır ama çözüm değildir!.. Birinin çıkıp, yukarıdaki sorunun hukuk içinde; akla ve mantığa yatkın cevabını vermesi gerekir. Aksi halde, sistem tıkanmış; bilinen yollardan “tarafsız ve bağımsız” yargıyı oluşturmak ve demokrasinin önünü açmak imkansız hale gelmiş demektir!..
Av. Cemil Can