“ALLAH’IN İZNİ” İLE KAFANI KESİYORUM!..
(Tekbir getir!)
Araya İzmir depremi girmeseydi, Fransa Cumhurbaşkanı Emenuel Macron’un, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la atışması üzerine bir şeyler yazacaktım.
Hoşunuza giderdi, gitmezdi bilemem..
Olmadı işte.
Tam da o arada eski Başbakan Mesut Yılmaz’ın ölüm haberi geldi; eşi, oğlunun acısına dayanamadığını söyledi.
Eski bir başbakanın oğlu tutulduğu amansız hastalıktan kurtulamayacağına inandi ve intihar etti!
Yılmaz’ın hayata veda etmesini, Özal dönemini tartışmaya açmak için bir sebep olarak kullanacaktım.
Olmadı.
Yeni bir haber:
Bu defa da Anayasa Hukuku profesörlerinden ve AKP’nin ağır topu Prof. Burhan Kuzu’yu kaybettik.
Hukukçu Kuzu ile siyasetçi Kuzu arasındaki korkunç farkı anlatmak iyi olurdu diye düşündüm.
O da olmadı…
Kararsız kaldım yine; en iyisi bu hafta yazmamaktır.
İyi pazarlar efendim, yazmıyorum!..
Uzun yazılarımdan sıkılanların gözü Aydın olsun!
***
Fanatikleri harekete geçiren Macron ile Erdoğan arasındaki diplomasi dışı diyalogtan kesinlikle bizimki kazançlı çıkar.
Bir yere not edin.
Zira Fransa’da “din ve dince kutsal sayılan değerler” üzerinden siyaset yapmanın pek getirisi olmaz.
Fransa’nın Nice kentinde; ünlü Notre-Dam Kilisesi’ne bıcakla dalan bizden bir Müslüman saldırgan, bir Fransızın kafasını kestikten sonra; üç kişiyi öldürüp, çok sayıda kişiyi yaraladı, helal olsun!.
21 yaşındaki Tunuslu o göçmenin adı Brahim Aioussaoi’dır.
Polisin 14 el ateş ederek etkisiz hale getirilmesinden önce, bu din kardeşimiz üç kez “Allahu Ekber” diyerek tekbir getirmiş!
Allahu Ekber!
Saldırganın cebinden bir Kuran, iki telefon, bir de bıçak çıktı; iki bıçak da çantasında yedekte vardı.
Gurur duyuyoruz onunla!..
Ateşli silah kullanmadı diye yeri Cennettir inşallah!…
***
Fransa İçişleri Bakanı Gerald Darmanin, Fransa’nın “İslamcı ideolojiyle savaşta olmasından” dolayı Fransa topraklarında yeni saldırılar olabileceğini söyledi.
Macron, “Asla pes etmeyeceğiz” dedi…[1]
Biz de pes etmeyeceğiz!..
Hamdolsun!..
***
Daha önce düşük gelirlilerin yaşadığı Paris’in Pantin banliyösünde; sınıfta “ifade özgürlüğü”[2] tartışmalarını ele almak için Charlie Hebdo mizah dergisinin bastığı karikatürleri öğrencileriyle paylaşan tarih öğretmeni Samuel Paty’nin uğradığı saldırıda kafasının kesilmesi, bizde de şok etkisi yarattı.
Bu olay üzerine; İslam’dan “Bugün dünyanın her yerinde krizde olan bir din” diye söz eden Macron, “Fransa’da İslamcı ayrımcılık olduğunu, ayrılıkçı fikirleri savunan bir ideolojinin sorunlu olduğunu, bu kişilerin kendi yasalarını Fransa’nın yasalarından üstün gördüğünü” dile getirdikten sonra, “Dinin eğitimden ve kamu sektöründen tümden çıkarılması konusunda hiçbir ödün vermeyeceklerinin” altını çizdi.[3]
Helal olsun sana Macron’a!
“Kafa kesmek” suretiyle infaz, tipik bir IŞİD yöntemidir.[4]
Aklı başında Müslümanların, İslam’a aykırı olduğu için kesinlikle reddettiği insan öldürmeyi, belli ki radikal örgütler, “Din ve İnanç Özgürlüğü”nün bir gereği olarak görüyorlar!
Ne tuhaf değil mi?
Buna karşılık İslam’ı benimsemeyenlerin “Düşünceyi İfade Etme Özgürlüğü” var; bu kapsamda Hz. Muhammed’in karikatürlerini gösterebileceklerini (!) savunuyorlar.
Bir özgürlüğü kullanırken, başka bir özgürlüğe saldırıda bulunmak veya kısıtlamak olanaksız olduğuna göre, olayların fitilini özgürlüklerin sınırını bilmemek ateşliyor diyebiliriz galiba.
Bir de Macron gibi dini ve dince kutsal sayılan değerleri siyaset malzemesi yapan siyasetçiler var:
Çok şükür, öyle siyasetçiler bizde bulunmaz.
“Şiddeti teşvik eden, camilerin ve “dine hizmet eden” kuruluşların kapatılması dâhil İslami köktenciliğe karşı harekete geçen Macron’un, Erdoğan’ın da vurguladığı gibi gerçekten de “zihinsel noktada tedaviye ihtiyacı var”…
Macron’un bu konudaki ifadelerinin tümü sorunludur.
Şiddeti teşvik eden camiler mi var?
Eğer varsa, bugüne kadar haklarında neden işlem yapılmadı?
Irak ve Suriye’yi bölmek için IŞİD’e insan kaynağı şağlayan o kuruluşlara göz yuman kendileri değil miydi?
İşlerine geldiğinde terörü destekleyenlerin, bir gün teröre hedef olmaları sürpriz değildir…
***
İşin ilginç yanı laiklik ilkesini taaa 1905 yılında benimseyen Fransa’nın, bugün geldiği nokta “kafa kesme” eylemlerine sahne olmaktır.
Demek ki söz sırası biz laiklerdedir:
Laiklik, din ve vicdan özgürlüğü olduğu kadar, bu özgürlüklerin “güvencesi”dir.
Başka bir ifade ile laikliği benimsemiş ülkelerde; her türlü “inanç” ve “inançsızlık” devletin güvcencesi altındadır
Laik düzenin olmadığı toplumlarda, güçlü olan inanç grupları kendi dünya görüşlerini dayatırlar; tarih baba bu tespite defalarca tanıklık etmiştir…
Laiklik ilkesini benimseyen ülkelerde, devlet, tüm toplum kesimlerine “eşit mesafede” durur.
Laik bir devlette yasalar, çağdaş hukuk ilkelerine dayanır, dinden referanslar alınmaz.
Laik demokratik bir toplumda “ümmet” yerini “ulus” alır ve toplumun çimentosu olan “milliyetçilik” fikri ancak bu şekilde yaşama alanı bulur.
Laiklik ilkesi benimsenen devletlerde; bireyler “kul” olmaktan kurtulup, “yurttaş” olabilirler.
Laik bir düzende; kadın ve erkekler “eşit haklara” sahiptir.
Laik devlet, dini inkâr eden veya dine karşı olan devlet değildir.
Laik devlet, din adına insanlara baskı kurulmasına izin vermez.
Laik devlette din, kişilerin özel yaşamları ile ilgili bir konudur sadece.
Laiklik, insanın aklını kullanabilmesidir.
Laiklik ilkesi benimsenmeden “çağdaş devlet” kurulamaz!..[5]
Nokta.
Laikliği, “ne değildir?” sorusu üzerinden anlatabildik mi acaba?
***
İnsanın kendi aklını kullanabilme aşamasına gelmesi, öyle kolay olmamıştır.
Arkasında dört yüz yıllık kanlı mücadeleler, din savaşları ve giyotin infazları vardır.
Egemenliği Tanrı adına kullandıklarını, bu nedenle de yönetme yetkisinin kendilerinde olduğunu ileri süren “monarklar”[6]bu zorlu mücadeleler sonunda güçlerini yitirdiler.
Laiklik, böyle bir tarihi sürecin sonunda, yine Avrupa’da doğdu; Türkiye Cumhuriyeti’nin de kuruluş felsefesinin temel yapı taşı oldu.
İslami Kalkınma Örgütü’nün verilerine göre, 57 Müslüman devlet bulunmaktadır ve bunlar arasında laiklik ilkesini benimsediği için Türkiye Cumhuriyeti ayrıcalıklı bir yere sahiptir…
Kıymetini bilemedik!..
***
Tarihsel gelişimi içerisinde laiklik, iki temel ihtiyacı karşılamak üzere ortaya çıkmıştır:
Birincisi, değişen koşullara göre; “aklın ve bilimin öncülüğünde çözüm yolları arayabilmenin” mümkün olabilmesi, ikincisi “farklı inançlara” mensup toplum kesimlerinin “barış içerisinde” bir arada yaşayabilmesidir.
13. yüzyılda bir Hrıstiyan düşünürü olan Aziz Thomas, devletin “insan aklına uygun olarak” düzenlenmesi gerektiğini savunuyordu.
14. yüzyılda bu defa Müslüman bir bilim adamı olan İbni Haldun, devletin var oluşu ile toplumların evrimini, “tanrısal iradeye değil”, toplumsal-ekonomik nedenlere dayanarak açıkladı.
Protestanlığın bir kolu olan Luther Hareketi [7] ise, din ile devlet işlerini ayıran görüşleri savunmaya başladı.
Batı bu arayışların sonunda; “İsa’nın hakkı İsa’ya, Sezar’ın hakkı Sezar’a” noktasına geldi…
***
Bu temel bilgilerden sonra; şimdi de uluslararası hukuka göre düşünce, vicdan, din veya inanç özgürlüğü hakkının kapsamı ve meşru sınırlamaları hakkında (standart) bilgileri vermeye çalışalım:
“Din veya inanç özgürlüğü hakkı”, inançlı bireyler ve dini topluluklar için olduğu kadar, inanmayanlar veya dinle ilgilenmeyenler için de değerli bir haktır.
Birçok ülkenin anayasasında korunduğu gibi, uluslararası insan hakları sözleşmelerinde de temel bir hak olarak güvence altına alınmıştır.
Ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. Maddesine[8] göre “düşünce, vicdan, din veya inanç özgürlüğü” tam olarak neyi korumaktadır, şimdi de ona bakalım mı?
Bu hak, “din veya inanç değiştirme özgürlüğü” ile tek başına veya topluca, açıkça veya özel olarak ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle “dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü” de içerir.
Din ve inanç özgürlüğü, sadece semavi dinlere inananları korumaz.
Geleneksel dinlere, yeni din ve inançlara bağlı veya ateizm[9] ve agnostisizmi[10] benimseyen kişileri de korur.
Yine de, her “inanç” madde 9 kapsamı içinde değildir; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) göre inancın, “belirli bir düzeyde inandırıcılığı, ciddiyeti, bağı ve önemi” olmalıdır.
“Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkı”, devletin düşünce özgürlüğüne müdahale anlamına gelebilecek her türde zorlamasını kesin olarak yasaklar.
Kişi din veya inancını açıklamaya zorlanamaz…
***
Şimdi de uygulamadan bazı örnekler vererek; konunun iyice anlaşılmasına katkı sunmaya çalışalım:
“Yehova’nin Şahidi olan bir kişinin komşusuna yönelik; ısrarlı dini yayma çabalarından ötürü cezalandırılması üzerine, Yunanistan’a karşı açılan davada AİHM, Yunanistan’ın Madde 9’u ihlal ettiğine hükmetmiştir.”
AİHM, dini yayma hakkını tanırken, bazı sınırları olduğunu da belirtmiştir:
Örneğin, “inancını yayan kişinin, statüsü gereği karşısındaki kişi üzerinde hiyerarşik olarak üst konumda bulunması nedeniyle (asker ast üst ilişkisi, öğretmen-öğrenci ilişkisi vb.) kişilerin baskı hissedebileceği durumlarda dini yayma hakkı kısıtlanabilir” demiştir.
“Öte yandan, misyonerlik faaliyeti, din ve inancın meşru bir ifadesi (dışa vurumu) olarak kabul edilir ve bu nedenle BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi (MSHS) madde 18’in ve başka ilgili uluslararası insan hakları sözleşmelerinin koruma kapsamı içinde yer alır.”
Misyonerlik faaliyeti önemlidir!
“Herhangi bir din veya inancın meşru olup olmadığına karar vermek devletin tarafsızlık yükümlülüğüyle bağdaşmaz.
AİHM, Moldova’daki yasalara göre, Besarabya Metropolit Kilisesi’nin, dini törenlerini yerine getiremeyeceğini, üyelerinin dinlerini uygulayamayacaklarını, tüzel kişiliğe sahip olmadıkları için varlıklarının hukuki korumadan yararlanamayacağını göz önünde bulundurarak madde 9 ’un ihlal edildiğine karar vermiştir.”
“Din veya inancın gereklerinin uygulanması sadece törenleri değil; aynı zamanda, beslenme ile ilgili belirli adetleri, (domuz eti vb. gibi etleri yememeyi) belirli kıyafetlerin giyilmesini veya başörtü takılmasını ya da hayatın belirli aşamalarıyla ilgili törenlere katılmayı, özellikle de belirli bir grubun kullandığı (Arapça gibi) bir dili konuşmayı içerebilirler.”
Geçelim başka bir konuya ve bitirelim:
Askerlik hizmetine “vicdani ret” de din veya inanç özgürlüğünün koruma kapsamına girmektedir.
Yine İnsan Hakları Komisyonu’na göre; “öldürücü silah kullanma zorunluluğunun, inanç özgürlüğü ve dini veya inancı açıklama hakkıyla ciddi şekilde çatışması durumunda, MSHS’nin 18. maddesinin vicdani ret hakkına yer verdiği düşünülebilir. Bu hak, yasalarda tanınıyor ise, vicdani retçilerin inançları arasında ayrım yapılmadan uygulanmalıdır.”
***
Birinci paragrafta yazmıyorum dedim ya…
Son defa yazıyorum ve bundan sonra böyle hassas konularda biri daha yazmayacağım demek istedim…
Zaten yazmadım da!
Aklıma takılan bazı konuları, yerlerinden kontrol ettim sadece, hepsi de yerli yerindeymiş…
Karar sizindir artık, bu bilgileri göz önünde bulundurarak dilediğiniz lidere hak ettiği notu verin…
Ve vakit geçirmeden bu işi yapın ve:
Yerinizi belirleyin artık…
***
İkisi de sınıfta kaldılar bence!
Bir kere de söylenenlerin bir yerine itiraz edin değili mi ama; “ifade özgürlüğü” hakkınızı kullanın bir kere.
İtiraz etmeyince, gördüğünüz gibi her konuda “it ürüyor kervan yürüyor” işte…
Av. Cemil Can
[1] https://www.sozcu.com.tr/2020/dunya/nicede-yasanan-dehsette-yeni-detaylar-fransayi-kana-bulayan-saldirgan-tunuslu-multeci-cikti-6104119/
[2] MADDE-10 İfade özgürlüğü:1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir. 2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.
[3] https://tr.sputniknews.com/avrupa/202010201043063237-ogretmenin-kafasinin-kesilmesi-sonrasi-fransada-bir-camiye-gecici-kapatma/
[4] https://www.cnnturk.com/haberleri/kafa-kesme
[5] “Laiklik, demokrasinin ön koşuludur; çünkü laiklik olmadan gerçek bir düşünce özgürlüğü de olamaz, gerçek bir özgür seçim de. Milliyetçiliğin ön koşuludur; çünkü laiklik olmayan yerde önem taş›yan öğe ulus değil, inananlar›n oluşturduğu “ümmet”tir. Devrimciliğin ön koşuludur; çünkü laikliği kabul etmemiş bir toplumda, bilimin ve çağın gereklerinin gerisinde kalmış kurumları değiştirmenin tartışması bile genellikle yapılamaz. Halkçılığın ön koşuludur; çünkü bir din devletinde halkın istekleri değil, dinsel “seçkin”lerin düşünceleri önemlidir.”
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/45/1142/13389.pdf
[6] Monark: Kral, imparator, şah, padişah, prens, emir, kağan ve hakan gibi hükümdarların karşılığıdır.
[7] Martin Luther, 31 Ekim 1517’de Wittenberg Kalesi Kilisesi’nin kapısına bu affedilme sertifikalarına karşı fikirlerini içeren; 95 maddeden oluşan bildiriyi asarak Protestan Reformu hareketini resmen başlattı. … Martin Luther astığı protesto metninde özellikle endüljans’a karşı çıkar. https://tr.wikipedia.org/wiki/Reform_(tarih)
[8] MADDE- 9: Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü 1. Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir; bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, kamuya açık veya kapalı ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir. 2. Din veya inancını açıklama özgürlüğü, sadece yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlık veya ahlakın ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli sınırlamalara tabi tutulabilir.
https://www.echr.coe.int/documents/convention_tur.pdf
[9] Ateizm, tüm tanrılara, ruhsal varlıklara, metafizik inançlara ve dinlere inanmayan, gerçekliği din yoluyla açıklamayı kabul etmeyen bir felsefi düşünce akımıdır.
[10] Agnostisizm, ilahi veya doğaüstü varlıkların bilinmediğini, bilimsel olarak ispatlanamadığı ve gözlemlenemediği sürece bilinemez olduğunu savunan felsefi fikir akımıdır. Bu fikir akımının destekçilerime agnostik denir.