“DEĞİŞİM”E ŞANS VERMEK GEREKİR!..
Türkiye’de iktidar, 2002 yılından bu yana projelerin yarıştırılması ile değil, halkın “kutuplaştırma”sı ile belirleniyor.
Kutuplaşma gerçekleşince kitleler duygularının “esiri” olarak işlem görüyorlar.
Bu yüzden “yumuşama” hayati önemde bir adımdır.
Buna “normalleşme” demek daha doğrudur.
Zira normal yaşamın içerisinde “sertlik” zaten olmamalıdır.
Her ne kadar Reis; “öfke de bir hitabet sanatıdır” (1) diyorsa da doğru değildir.
Doğru olan, şimdiki gibi öfkesiz hitap edebilmedir…
***
Eğitimi çağdaş değerlerden uzaklaştırıp, ortaçağ kalıplarına sıkıştırmak halka bilimi ve bilimin sunduğu olanakları yasaklamaktan başka bir anlama gelmez.
Başka bir söyleyişle halkı eğitimsiz bırakmaktır.
Çocuk yaşta “rahle” başına oturtulan insanlar, “medrese” tipi okullarda kolaylıkla eğilip bükülebilirler.
Çağdaş eğitime uzak kalan halkın, “sağcı-muhafazakar” olmaktan başka seçeneği bulunmamaktadır.
“Cahil” toplumları yönetmek için çok şeyler vaad etmek gerekmez!
Duyguları okşamak ve alt yapılara dönük söylemlerle kitlelerin “konsolide” (2) edilmeleri mümkündür.
Ne yazık ki yıllardır Türkiye’de yaşanan gerçek budur…
Her fırsatta Kur’an kursları açmak, imam-hatip okullarını eğitimin merkezine yerleştirmek, cemaat ve tarikatlara özel imtiyazlar sağlamak ve müfredatı bu anlayışa göre sürekli değiştirmek; demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin altını boşaltmaktır.
Bunun adı karşı devrimdir…
***
Bu gerici politikaların sonunda “sağcı-muhafazakar” olarak tarif edilen toplum kesimi, nüfusun yüzde 70’ini bulmuştur.
Böyle bir toplumda; bir yönüyle “çoğunluğunun yönetimi” de olan “demokrasi” (3) gelişemez.
Azınlıkta kalan fikirler, kendilerini ifade etme araç, gereç ve olanaklarından kolaylıkla mahrum bırakılabilirler.
Halkın aydınlatılmasında, olmazsa olmaz olan iletişim araçları da kolaylıkla çoğunluğun eline geçer.
Çağdışı eğitime, tek yanlı propagandalar da eklenince, azınlıkta kalan görüşler kendilerini ifade etmekte sürekli engellere takılırlar.
Yöneticilerin, yurttaşlar arasında “ayırımcılık” yapmaları ise dengeleri büsbütün bozar.
Özellikle de hükumetin “yandaşlarına” maddi imkânlar sunması “adalete güven duygusunu” yok eder.
Böyle ortamlarda, sağcı iktidarlar gider, sağcı iktidarlar gelirler…
***
“Kasaba kurnazı” olarak tarif edilen politikacılar da böyle ortamlarda yükselme ortamı bulurlar.
Özverili, halk yararına bir şey yapmak için çırpınan, demokrasi aşığı ve hatta “devrimci” pozlarına bürenerek, muhalefet partileri içerisinde, biraz da ön saflarda yer tutarlar.
Siyaset dışında iken, kendi gemilerini kurtaramayan bu kaptanlar, ezilmekte olan halk kesimini “kurtarmak” için kollarını sıvadıklarında ise; tehlikeler karşısında gözükara militanlar (4) kesilerek halkın önüne “kurtarıcı” olarak düşerler.
Söylem ve eylemleri ile temsil ettikleri kesimle çelişmedikleri için ele geçirdikleri makam ve mevkileri korumayı başarırlar.
İplikleri çok sonraları pazara çıkar!
Kendileri için siyaset yapan böylelerinin, siyasi iktidarın ülkeyi uçuruma doğru sürüklemesi çok da umurlarında değildir.
Zira onlar ezilen halk gibi yaşamaktan kurtulmanın bir yolunu bulmuşlardır!
Artık “gemiyi kurtaran kaptan” olmuşlardır…
Hal böyle olunca, her seçimi kaybetmelerine rağmen, ne kadar “başarılı” olduklarını anlatmayı becerebilirler.
Bu tip muhalif liderlerin etrafında, her zaman muhalefetin maddi-manevi olanaklarından yararlanan bir kesim vardır.
Bunlar, çoğu zaman “delege” kartları ile karşımıza çıkarlar.
Delegeler, muhalefet liderlerini seçerler, liderler de delegeleri seçerler.
Bu devran böyle devam ederken, karşı devrimciler devletin tüm kurumlarını birer birer ele geçirirler…
***
Bu gidişe “dur” demenin en etkili ve akıllıca yolu; son tahlilde “kutuplaştırma siyaseti”ne hizmet eden eylem ve söylemlerden uzak durmaktır.
Kutuplaştırma siyaseti devre dışına çıkınca, projeler konuşulmaya başlanacaktır.
Cahil bırakılan halkın, önüne getirilen ve yararına olduğu açık olan projeleri benimsememesi veya desteklememesi söz konusu olabilir mi?
Türkiye’nin içerisine sokulduğu “girdap”tap çıkışı ancak bu şekilde mümkün olacaktır…
***
Kutuplaştırma siyaseti etkisiz hale getirildiğinde; 16 milyonu aşkın emekli de partilere “bölünmüş” olmaktan kurtarılacaktır.
Birlikte hareket etme olanağına kavuşabilecektir.
Emeklilerin, torunlarının geleceği için güzel işler yapmayı vaad eden siyasetçilere destek vermemeleri için ortada bir sebep kalabilir mi?
Aktif çalışma yaşamından çıkan emeklilerin önündeki tek ödev; torunlarına yaşanabilir bir ülke bırakmaktır.
Bozulmamış doğa, ekilebilir tarlalar, etinden-sütünden yararlanılacak hayvanlar, yağmaya açılmamış yer altı ve yer üstü kaynakları ve akılcı-kalıcı yatırımlarla donanmış çağdaş bir Türkiye’den başka ne arzuları olabilir ki?..
Gelecek nesillere bırakılacak bundan daha güzel miras olabilir mi?..
***
Bu amacı gerçekleştirmek için “Tam Bağımsız Türkiye” idealine uygun düşen fikirler üretmek şarttır.
Üretilecek bu fikirleri, sanki yarın ülkeyi muhalefet yönetecekmiş gibi “sorumluluk duygusu” ile oluşturmak gerekmektedir.
Muhalefetin hangi durumlarda ne yapacağının da aynı duyarlılıkla “şeffaf” bir şekilde saptayıp önceden açıklaması gerekmektedir…
Önceliklerini halkın ve ülkenin çıkarlarına göre belirleyen liderleri halk yarı yolda bırakmaz.
Sadece emekliler üzerinde yapılacak olan bir çalışma bile iktidarın kolaylıkla el değiştirmesine yeterli olabilir…
***
Bu yüzden CHP’nin “normalleşme” politikası hayati önem taşımaktadır.
Aynı şekilde emeklilerle başlayan mitinglerin, üreticilerle ve giderek çalışan kesimlerle sürdürülmesi son derece önemlidir.
Hal böyle olunca da CHP’nin “değişimci” yöneticilerine bir fırsat vermek gerekiyor.
Halkın yarısından çoğunu temsil edenlerle görüşmekten kaçınan siyasetçileri kimse ciddiye almaz!..
Hele de “terör örgütleri ile müzakere”yi içine sindirenlerin, iktidar partisi ile müzakereyi, “mücadeleden kaçınma” gibi göstermeye kalkışması tam bir akıl tutulmasıdır.
Çünkü bu kafadaki siyasetçiler, iktidara geldiklerinde kendilerine destek vermeyenleri dışlayacaklarını dolaylı olarak ikrar etmektedirler.
Bu tür söylemlerin sahipleri, baştan aşağı yanlış olan “kutuplaştırma siyaseti”ne kendilerinin devam edeceği mesajını da vermiş olmaktadırlar…
Bu nedenlerle:
Muhalefet liderlerinin incir çekirdeğini doldurmayan ve esasa çok da etkisi olmayan konularla meşgul edilmemeleri gerekiyor.
İster iktidar kanadında olsun ister muhalefet; düşük siyasetçilerin, ekip arkadaşları için gelecek temin etme plânlarına dönük çalışmaları ile hesaplaşma amaçlı söylemleri ciddiye alınmamalıdır…
Av. Cemil Can
DİPNOTLAR:
(1)https://medyascope.tv/2024/02/07/ofke-de-bir-hitabet-sanatidir/
(2) Konsolide, İngilizcede (consolide-consolidation) kelime anlamı itibariyle birleştirme, takviye etme ve sağlamlaştırma anlamına gelmektedir. Fransızca’dan İngilizceye geçen bu sözcük (consolidé) pekiştirme anlamında (consolidér) birleştirme anlamında kullanılmaktadır.
(3)Devleti yönetmeye talip siyasi partilerin programlarının merkezinde “demokrasi” olmak zorundadır. Demokrasi halkın çoğunluğunun kendini idare etmesi demektir. Bununla birlikte çoğunluğun uyacağı ve asla çiğnemeyeceği iki temel ilke vardır. Bunlardan birincisi; azınlıkta kalan görüşlerin bir gün çoğunluk olabilmeleri için önlerindeki tüm maddi ve manevi engellerin kaldırılmasıdır. İkincisi ise, azınlıkta kalan düşüncelere saygıdır; bu fikirlerin kendilerini ifade edebilmeleri için hiçbir gerekçe ile kısıtlanmaya tabi tutulmamalarıdır. Bu yüzden demokrasinin vazgeçilmezi, olmazsa olmazı “muhalefet”tir. Muhalefet partilerinin içerisinde de farklı görüş ve fikirlerin yaşamasına olanak sağlamak gerekir. Bunun de adı “parti içi demokrasi”dir. Parti içinde muhalefete izin vermeyen muhalefet partilerinin iktidara geldiklerinde muhalefete izin vermelerini beklemek ise -elma ağacından ceviz beklemek gibi- hayatın olağan akışına terstir. Bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran CHP’nin asıl ihtiyaç duyduğu “parti içi muhalefet”i yaşatmaktır. Ana muhalefet partisi olarak CHP’nin en temel ihtiyacı budur. Partiden “tek ses” çıkmasını istemek, sonuçta “kutuplaştırma siyaseti”ne hizmet eder…
(4) Militan, Bir düşüncenin, bir görüşün başarı kazanması için savaşan, mücadele eden, kavgacı. saldırgan kişilere denir…