KONUK YAZARLAR

BALYOZ!..

 

MAHKEME BALYOZU KENDİNE İNDİRMİŞTİR!.. 

Delillerin tartışılması aşaması atlandıktan sonra, verilecek olan kararın mahkumiyet olacağı belliydi. Çağdaş ceza yargılamalarında, sanıklara aleyhlerinde olan kanıtlar mutlaka gösterilir. Ancak bu şekilde savunma yapılıp adil karar verilebilir.  Sanıklar aleyhlerine olan kanıtların gerçek  ve güvenilir olup olmadıklarını kontrol etme hakkına sahiptir. Ancak bu şekilde lehlerine olan kanıtları getirtip, aleyhlerine olanları çürütebilirler. Mahkemece iddia makamına sağlanan olanakların tümünün savunma makamına da sağlanması şarttır… “Silahların eşitliği” denen ilke ancak o zaman yaşam alanı bulabilir. Sanıklar aleyhine olan bazı kanıtların, karar aşamasına kadar saklanması söz konusu olursa, bu noktadan itibaren, verilen kararın adil olmadığı değil, kararı veren merciin  mahkeme olup olmadığı tartışılır!..

Görünüşe bakılırsa, 1435 sayfalık gerekçeli karar, sanıklar ile avukatlarına verilmeden önce, Nagehan Alçı ile Nazlı Ilıcak’a verilmiş. Hukukçu olmayan bu iki “gazeteci”, alelacele yandaş kanallara koşarak, kararı savunmaya çalışmışlardır. “Ergenekon Mahkemesi” kamuoyu oluşturmak için bu iki yandaş gazeteci ile kararını savunmak ihtiyacı duymuştur. Heyet, gerekçeli kararında; 1 numaralı sanık Çetin Doğan’ın ameliyat olması nedeniyle “darbe”nin yapılamadığını, başka bir söyleyişle “icra hareketlerinin” tamamlanamadığını da kabul etmektedir… Yakın geçmişte gerçekleşmiş bir kaç darbeyi yaşayan Türk halkı, dış destek ve yönlendirmeler bir tarafa bırakılırsa, darbelerin emir-komuta zinciri içerisinde yapıldığını bilmektedir. Dolayısıyla bu zincire dahil askerlerin biri değil, çoğu hasta olsa dahi, uygulamaya konulmasına karar verilmiş bulunan darbeyi kimsenin engellemeye gücü yetmez!.. Hele yargılama devam ederken, Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman Paşaların darbeyi engelledikleri söylentilerine ise kimse inanmaz. Nitekim bu fikre, inandırıcı olmadığı ve yeterince taraftar bulamadığı için mahkeme de itibar etmemiştir… Bunun yerine, Çetin Doğan Paşa’nın hastalığına sarılan mahkeme, kendini  daha da zor duruma düşürmüştür!..

“Ergenekon Mahkemesi”ni, üstelik de  oybirliği ile  vicdani kanıya ulaştıran kanıtların, suç teşkil eden belgeler olmaması ise, tam bir hukuk komedisidir. Aynı CD içerisinde suç teşkil etmeyen ve dolayısıyla kanıt değeri de bulunmayan belgelerin, suç unsuru olarak kabul edilen fakat bu defa da  asılları olmayan belgelerle birlikte bulunmasından yola çıkarak, onların da gerçek olduğunu kabul etmek; en hafif tabiri ile Türk halkının zekasıyla alay etmektir!.. Genelkurmay’ın hiç bir zaman asılları bizdedir demediği o belgeler için, kararın gerekçesinde asıllarının Genelkurmay’da olduğu anlamına gelecek cümleler kurmak, kamuoyunu darbe yalanlarına inandırmak amacıyla yapılmış olup, mahkemeye asla yakışmamıştır. Böyle bir mantık, bir kaç suçlunun seyahat ettiği otobüsteki yolcuların tamamını suçlu olarak kabul etmek kadar akıl dışıdır!..

Bir diğer utanılacak durum ise:Sanıklar tarafından saygın bilim adamları ve kuruluşlara yaptırılan bilirkişi incelemeleri ile sahte olduğu saptanan CD’lerin, daha sonra “güncellenmiş” oldukları şeklindeki, bilimsel gerçeklerle uyuşmayan masalın gerekçede yer almış olmasıdır. Mahkeme ilk defa, gazeteci Mehmet Baransu’ya söylettirilen bu yalana sarılarak, daha da zor duruma düşmüştür. 2003 yılında kullanılan “Word” programında bulunmayan “calibri” karakterini,  daha sonra yapıldığı kabul edilen güncellemeden sonraki yeniden kayıt ile açıklamak; bilimsel gerçeklerle örtüşmez. Çünkü son kayıt tarihinin 2003 olduğu tartışmasızdır. (1) Bir an için bu tezin doğru olduğunu düşünelim. Kabul edelim ki, 2003 tarihli “Word” programındaki “times new roman” yazı karakteri, 2007 tarihli “Word” programında açılmakla “calibri” karakterine dönüşmüştür.  Peki, 2003’te olmayan sokak adlarını, gemileri, rütbeleri, görevleri,  kurulmamış şirketleri vb hususları, (2) da program mı dönüştürmüştür?  Aynı şekilde 2006’da kurulan TGB‘nin, 2003’de hazırlanmış bir belgede nasıl yer aldığı da gerekçeli kararda açıklanmalıydı. Son derece açıktır ki, 2007 yılında bu sahte planı hazırlayanlar, bilgisayarın takvimini 2003 olarak değiştirmişlerdir… 5 Nisan 2012 tarihli duruşmada dinlenen Bilirkişi Tevfik Koray Peksayar’ın “TÜBITAK Raporu’nda tek seferde yazıldığı belirtilen CD’ler hiçbir şekilde güncellenemez” şeklindeki ifadesi de henüz çürütülmüş değildir. Mahkeme bu rapora neden itibar etmediğini gerekçeli kararında açıklamak zorundadır… “Güncelleme” fikrine değer veren mahkeme, “darbe planı” üzerinde birilerinin bazı oynamalar (eklemeler ve çıkarmalar) yaptığını da kabul etmektedir. Ne kadar ekleme ve çıkartma yapılmıştır? Bunu kim ya da kimler yapmıştır? Bu soruların cevabı bulunmadan ve sanıklarla ilişkisi kurulmadan, toptancı bir anlayışla, bütün sanıkların suçlu olduğunu kabul etmek, önceden verilmiş bir karara gerekçe yazmaktan başka bir anlama gelemez!.. Ayrıca her bir sanığın hangi eylemleri ile isnat edilen suça katıldığının ortaya konulması gerekirdi. Aksi halde, hareketle sonuç arasında illiyet bağı kurulamaz ve sanıklar cezalandırılamaz…

Başka bir açıdan bakılırsa, Mahkemenin “güncelleme” kabulüne göre,  bütün sanıkların beraatine karar vermesi gerekirdi… Zira güncellemenin yapıldığı kabul edilen tarihte, artık ortada yeni bir “darbe planı” olduğunu kabul etmek gerekir.  Ayrıca “darbe” yapmayı planladıkları kabul edilen askerlerin, emekliye ayrılmakla, söz konususuçu işlemek için elverişli vasıta kabul edilen emir-komuta zinciri içerisindeki konumları (silahları) ellerinden alınmıştır. Darbelerin emir-komuta zinciri içerisinde yapıldığı hususu göz önünde tutulduğunda,  emekliye ayrılmış subayların “darbe” suçunu işleyebilmek için zorunlu olan elverişli vasıtadan yoksun oldukları açıktır. Elverişli vasıta olmaksızın, söz konusu suça teşebbüs edilebileceği düşüncesi ise hiçbir şekilde kabul edilemez!..

Diğer yandan, Mahkeme Çetin Doğan’ın bir konuşmasını “ikrar” gibi değerlendirip, darbe yapılacağının kanıtı olarak kabul etmiştir. Çağdaş ceza yargılamalarında “ikrar”  delili, sanığın suçlu kabul edilmesi için tek başına yeterli değildir. Örneğin bir sanığın “Cinayeti ben işledim” demesi, onun katil olarak kabul edilmesi sonucunu doğurmaz. O kişinin ikrar ettiği cinayeti işlediğini, başka kanıtlarla da kanıtlamak gerekir. Aksi olsaydı, örneğin babanın işlediği suçu, daha az ceza alacağı için yaşça küçük oğlunun üstlenmesi olaylarında olduğu gibi, gerçek suçlular cezalandırılmaktan kurtulabilirlerdi. Bu nedenle Çetin Doğan’ın ağzından sehven çıkan o sözlere itibar edilerek,  sanıkların “darbe” yapacağını kabul etmenin hukuki bir değeri yoktur!..

Her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı kanıtlar olmadıkça sanıklar cezalandırılamaz! Ne yazık ki, yüzyılların deneyimi sonunda oluşmuş temel hukuk prensipleri “Silivri Hukuku” ile ayaklar altına alınmıştır. Bu ilkelere uyulmadan yapılan yargılamalar sonunda verilen kararlar, hukuk güvenliğini yok ettiği gibi, devletin temeli olan “adalet” duygusunun da zedelenmesine yol açmaktadır…

Denebilir ki, “Ergenekon Mahkemesi”  bu son kararı ile balyozu temel hukuk ilkelerine indirip, görevini tamamlamıştır!.. Hukuk tarihimiz içerisinde kara bir leke olarak yer alacak olan bu kararı; Nagehan Alçı, Nazlı Ilıcak ve Mehmet Baransu gibi kiralık kalemler bile savunamıyor.   “Mahkeme”nin  düştüğü acıklı durumu varın siz düşünün!..

Av. Cemil Can

DİPNOTLAR:

(1) http://balyozdavasivegercekler.com/

(2) http://www.youtube.com/watch?v=8Y4fzd4hK_c&feature=youtu.be0

(3) http://www.youtube.com/watch?v=cRND2nhR6mg

 

 

Google Drive: create, share, and keep all your stuff in one place. Logo for Google Drive

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir