İYİ YETİŞMEMİŞ BİR KEŞİŞ!..
İki eli kanda da olsa muhtar İsmet Paşa’yı karşılayanlar arasında mutlaka yerini alırdı. Ali için ise, parti yöneticilerini karşılamak, baba vasiyeti bir görev gibidir. 50 yıldır CHP’li muhtarın oğlu ve delege olarak bilinirdi. İlk kez bu yıl CHP Genel Başkanını karşılamaya gitmedi !.. Ne zaman CHP’li bir yöneticinin şehre geleceğini duysa, arabasını bir gün önceden gelin arabası gibi süslerdi. İstasyondaki kalabalığın arasından sıyrılıp İsmet Paşa’ya bir kaç metre kadar yaklaştıktan sonra babasının çektirdiği fotoğrafı, hala misafir odasının baş köşesinde, ulu önderinfotoğrafının biraz sağında ve sadece bir kaç santim aşağısında asılıdır. Ali ve ailesi için bu iki fotoğraf yangında ilk kurtarılacak olan en önemli iki eşyadır!..
Muhtarın oğlu Ali, Ecevit’i karşılamayı da hiç atlamamış, şehri her ziyaretinde CHP konvoyunun başında yerini almıştır. Babadan kalma 67 model otomobilinin ne kadar işe yaradığını, bu soylu görevini yerine getirirken fark etmiştir. Ali, Erdal İnönü’lü ve Baykal’lı yıllarda da görevini layıkıyla yapmıştır. Ali için CHP’de aktif bir üye kalmak, bir anlamda babasına karşı evlatlık görevini yapmak gibiydi… Yıllar yılları böylece kovaladı. Bu davranış şekli, Ali’nin yaşam tarzı haline gelmişti. Partisinden vazgeçmesi adeta imkansız gibi bir şeydi. Yıllar içinde yaşanan olumsuzluklar, bile onu asla CHP’den koparamadı. Doğrusunu söylemek gerekirse, bir tek CHP’nin başkalaşmasına dayanamamıştır!.. Atatürkçü ve CHP’li olmak, bir bakıma onun kimliğiydi… Sosyal paylaşım sitelerinde, hükümete inat, isimlerinin önüne “T.C.” rumuzunu koyanları tebessümle karşıladı. Bu konuda hayli geç kalındığını düşünüyordu… Geç kalınmaya neden olan olayları kafasında sıraladıkça, beyni zonkluyor, yüreğine hançer saplanıyordu… Ali’nin yüreğine Gazi Mustafa Kemal’in 6 oku nakış gibi işlenmişti. CHP’li olmak, kimliğinin ana unsuru gibiydi… O bakımdan bir insanı, kimliğinden koparmaya zorlamanın, ne demek olduğunu çok iyi biliyordu!..
İlkbaharın, bütün canlılığı ile hayata merhaba dediği 13 Nisan Cumartesi günü, Muhtarın oğlu Ali’nin, ilk kez genel başkanını karşılamak, içinden gelmiyordu!.. Kendi kendine söylendi:”Şu işe bakın, birkaç yıl içinde nereden nereye getirildik!” Kendisini içi çürümüş karpuz gibi hissetti. O gün arkadaşlarına, kurbanlık koyun gibi bakıyordu. Geçerli bir mazereti vardı ama söyleyemiyordu… Kılıçdaroğlu’nu karşılamaya gitmeyeceği kesinleşse bile, tarifi imkansız bir şekilde yanılmış olmayı istiyordu. Ama nafile!.. Aksi halde, kendisine duyduğu saygıyı yitirmek işten değildi…
Muhtarın oğlu, İzmir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun da “sürece destek” vermesini asla içine sindiremiyordu. Kocaoğlu, tek başına böyle bir kararı verseydi, onu anlamak mümkün olabilirdi. Hükümetin, İzmir Belediyesi’ne gönderdiği müfettişlerden ve tehditlerden haberdardı… Hiçbir usulsüzlük olmasa bile, Kocaoğlu ve arkadaşlarının yıllarca şaibe altında tutulabileceklerini tahmin edebiliyordu. Silivri’nin durumu ortadaydı. Hatta böyle bir durumda, hiçbir kusuru olmayan takım arkadaşlarını da peşinden sürükleyip, mağdur etmesi pek ala söz konusu olabilirdi. Bütün bu olumsuzluklara sebebiyet vermemek için “barışa destek vermek” gibi, tıpkı “akil adamlar”a özgü bir görevi ifa eder gibi Diyarbakır’a gidiyorum diyebilir miydi?.. Bunu normal karşılamak mümkün mü? Muhtarın oğlu, bu durumu halka anlatmayı da olanak dahilinde görmüyordu… İçi sızladı. Zira Aziz Kocaoğlu gibi biri daha vardı: ABD Dış İşleri Bakanı Kerry de “Açılımı destekliyoruz” demişti!.. Asıl ona acı veren Kocaoğlu ile Kerry’nin aynı safta durmasıydı!..
Daha birkaç gün önce 22 vekil arkadaşını yanına alan Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun CHP’li üyesi Prof. Dr. Süheyl Batum; anayasanın ilk 4 maddesinin virgülüne bile dokunulması halinde, anayasayı ihlal suçunun işleneceğini ve buna izin vermeyeceklerini söylemişti. Bu sözler biraz olsun Ali’nin yüreğine su serpmişti…Aynı gün Kılıçdaroğlu, partinin kapalı grup toplantısında Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz’ın, Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’na “CIA ajanısın” diye bağırması ile ilgili, olarak “gereğini yapacağım” demesini ise, pek çok kişi gibi Ali de anlayamıyordu. On göre de, gereği her ne ise, Tanrıkulu hakkında yapılmalıydı. Buna yüzde yüz inanıyordu. Gelin görün ki, Genel Başkan, yine de Yılmaz hakkında gereğini yapacaktı! Çıldırmak işten bile değildi. Morali iyice bozulmuştu. Gerçekten de Kılıçdaroğlu Dilek Akagün Yılmaz’ı kastederek; “Talimat verdim, tam olarak ne dediğinin tespit edilmesini istedim” demişti… CHP’nin Genel Başkanı bir kez daha TR 705 numaraya sahip çıkmıştı!.. Tanrıkulu, genel başkandan emim olduğu için olsa gerek, o gün edepsizce Dilek Hanımın üzerine yürümüştü. Demek ki, CIA‘nın yan kuruluşu Stratfor‘a bilgi kaynaklığı yapmak, CHP’nin son genel başkanına göre normal bir işti. Dünya alemin bildiği böyle bir durumu söylemek ise, Y-CHP’de disiplin suçu olarak kabul ediliyordu!.. Kılıçdaroğlu, güya Dilek Akagün Yılmaz’ın, Tanrıkulu hakkındaki sözlerini tam olarak anlamamıştı! Halbuki, tam tersini yapması gerekirdi. Şimdi araştırıp daha sonra gereğini yapacakmış numarasına yattığına bakmayın. Bundan böyle, “Dürüst bir adamdır” sözünü de hak etmeyenler için kullanmayalım!.. Sözünde durmayan adam her zaman yalancıdır ve yalancılar için dürüst sözünü kullanmak ayıptır!.. Tersini yaparsanız siz de halkın aldatılmasına katkı verirsiniz!..
Muhtarın oğlu Ali, iki kez BDP’den milletvekili olmak isteyen ve reddedildiği için o zamanki eşbaşkanı Ahmet Türk’ün ricası üzerine, CHP’den İstanbul Milletvekili seçtirilen Tanrıkulu’na, oy vermek zorunda kalmadığı için kendisini şanslı sayıyor ve bu şekilde rahatlamaya çalışıyordu. CHP’lilerin oyları ile PKK’lıları milletvekili seçtiren ve bir tek Kürt oyunu dahi CHP’ye getiremeyen bir genel başkan, Atatürk’ün partisinin başına yakışmıyordu…. Ali’nin canını fazlasıyla sıkan bu durum; adeta damarlarında akan kanın boşanmasına neden olmuştu. Yüzü kefen gibi oldu. Bugün genel başkanını karşılamaya gitmeyerek, haklı tepkisini dile getirecekti. Kendisine ve geçmişine duyduğu saygıyı ancak bu şekilde koruyabilirdi! Ali kararlıydı fakat arkadaşlarına bu durumu anlatamıyordu. 13 Nisan 2013 Cumartesi günü, anahtarı yitirilmiş kilitli bir çekmece gibiydi… Yıllar önce açılmış terminalin açılış töreni bir kişi eksik yapılacaktı!..
Diyanet “vaaz mangaları” kurmuş, Mehmet Görmez kurumunu iliklerine kadar siyasete bulaştırmıştı. Görmez, Kutlu Doğum Haftası etkinliklerini bahane ederek, bütün kadrolarını sahaya indirmeye kararlıydı. Vaizler, Kılıçdaroğlu’nun “Analar ağlamasın, süreç desteklensin” temasını işleyeceklerdi!.. İzmir’e “gavur” diyenler, Kutlu Doğum Haftası kapsamında yapılacak etkinliklerde, bu yıl İzmir’de Aya Haralam Kilisesi’nde Kuran okutacaklardı. Dinler arası diyalog, “irfana” ihtiyacı olan İzmir’den başlatılıyordu!.. Hepsi de bir bir yapıldı!.. Ali bu işlere de şaşırmamıştı! Onu asıl utandıran, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, iyi yetişmemiş bir keşiş gibi bu törenlerde eline tutuşturulan vaazı okumasıydı!.. Cumhuriyet’i kuran ve laiklik ilkesini ideolojisinin merkezine koyan bir partinin genel başkanına, vaaz vermek yakışıyor muydu? Üstelik iktidar, Kutlu Doğum Haftasını bilimsel gerçeğe aykırı olarak ve 23 Nisan’a inat, kasten Nisan ayı içerisinde sabitlemişti. Ne yazıktır ki, Kılıçdaroğlu da bu işe alet olmuştur. “Ilımlı İslam” rejimini getirmek için bütün olanaklarını seferber eden AKP’yi durdurmak isteyenlerin elini zayıflatmak görevi Kılıçdaroğluna verildi! CHP’lilere laiklik konusunda söyleyecek söz bırakmayan bir genel başkan, artık CHP’ye genel başkanlık yapamaz!.. Salt bu nedenle bile Kılıçdaroğlu, bir saniye bile geçirmeden, CHP’lileri aldatarak oturduğu Mustafa Kemal Atatürk’ün koltuğundan kalkmalıdır!..
Muhtarın oğlu Ali, resmi kurumların tabelalarından “T.C.” simgesinin silinmesini pek tuhaf karşılamadı. O da 13 Nisan itibariyle 12 milyona ulaşan Cumhuriyet Sevdalıları arasına ismini yazdırmıştı. Herkes gibi Cumhuriyet Halk Partisi’nden doğru önderliği bekliyordu ve buna hakkı vardı. Ne var ki, CHP başkalaşmış, Yeni CHP adını alarak, AKP’ye iyice yaklaşmıştı. Muhtarın oğlu, elinde madenci feneri ile yedi kat yerin dibine inmiş, oralarda CHP’yi arıyordu!..
Aralarında Ankara Barosu’nun da olduğu 38 baro yönetimi, “Üniter devlet yapısı tartışmaya açılamaz ve Türk vatandaşlığı tanımı Anayasa’dan çıkarılamaz” diyerek, umutların tükenmediğini göstermiştir. Adalet Bakanlığı’nın, İstanbul Barosu’nda stajını tamamlayan 105 avukata ruhsatlarını vermemesi ise, iktidarın her cepheden muhaliflerine saldıracağının bir göstergesidir. Ali, saldırılara sonuna kadar direnebilirdi ama örgütü elinden alınmıştır… Yani, CHP Örgütü, ABD’nin talimatı ile iktidar gemisinin dümen suyunda yüzdürülmeye başlanmıştı!.. Lamı cimi yok, CHP inisiyatifi düşmana kaptırmıştı bir kere… Bu nedenle mücadeleye buradan başlamalıydı!..
“İleri Demokrasi” getirilen ülkemizde, Ergenekon Savcısı olarak tanınmış birine, Kasım İlimoğlu’na bile hapis cezası verilmiştir. Tuncay Güney’in Ulusal Kanal’a anlattıklarını boş verin. Eski Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Sabri Uzun‘un, 2001’de gördüğü ”Ergenekon Şeması” ile dava dosyasına girenin farklı olduğunu açıklaması, aslında her şeyi çok net olarak ortaya koymaktadır!.. Başka hiç bir kanıt aramaya bile gerek yoktur!.. O gün muhtarın oğlu Ali, yemin ederek düşüncesini şu şekilde açıklamıştı:” Bu parti artık bizim parti değildir!.. Programını çiğneyen, yetkili kurullarını konu mankeni yerine koyan, iktidarın yarattığı yapay gündemi bile bir kaç adım geriden izleyen, halkı oyalayan ve delegesini “Brutüs” gibi gören bir genel başkan, bizim genel başkanımız olamaz!.. CHP ele geçirilmiştir!”
Öcalan’ın 2009′da Meclis’te kurulmasını şart koştuğu komisyonun asıl işlevi, Cenevre Sözleşmeleri çerçevesinde, PKK’yı “taraf” haline getirip, işin içine Birleşmiş Milletler’i sokmak ve uluslar arası statü kazanmaktır… Her şey Meclis’te olsun diyen Kılıçdaroğlu’nun istediği de bu değil miydi? Şimdi istediği o komisyon Meclis’te kurulmuştur! ABD’nin CHP içerisindeki bir diğer has adamı Faruk Loğoğlu, 41 CHP milletvekilinin 8 Nisan günü Silivri mağdurlarına destek verdiği sırada, CHP’nin Meclis’te kurulacak komisyona karşı olmadığını açıklamasına ne diyorsunuz? Zamanlaması ne kadar mükemmel değil mi? Yurtseverler tam da: Aferin CHP milletvekillerine demeye hazırlanırken, Loğoğlu, Apo’nun şart koştuğu komisyona meşruiyet zeminini hazırlamıştır…
O komisyonun adı: Çözüm Sürecini Değerlendirme Komisyonu’dur. Özel görevli mahkemelerin kaldırılmasından sonra kurulan, Darbeleri Araştırma Komisyonu‘nun ne marifetleri olduğunu görmüştük. Kozmik odalardan topladıkları gizli askeri belgeler de dahil olmak üzere, hazırladıkları raporları, kanıt olarak soruşturma başlatma yetkileri bitmiş olan özel yetkili savcılara vermişlerdi!.. Başka bir deyişle; Komisyon, yasa ile kaldırılan özel yetkili savcılığı ihya etmiş ve özel yetkili savcıların yerine geçmiştir! Çözüm Sürecini Değerlendirme Komisyonu’nun ne iş yapacağı da bellidir. Bu komisyonun, CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu‘nun öncülüğünde hazırlanıp, 10 Ocak‘ta TBMM’ne sunulan ve altında Hüseyin Aygün, Süleymen Çelebi, Veli Ağbaba, Nurettin Demir, Sena Kaleli, Binnaz Toprak ile Salih Toprak ve 24 Y-CHP’linin imzaları bulunan önerge ile kurulmasını istedikleri komisyondan hiç bir farkı yoktur!..
CHP’nin tutumu böyle olduktan sonra, Akil Adamlar Komisyonu‘nun İzmir’e giden keşif heyetinin başındaki Baskın Oran‘ın:”Süreç sekteye uğrarsa PKK ile işte o zaman baş edilemez. AVM’ler, metrolar patlar” tehdidini nasıl ciddiye almayalım? 74 milyon “O bombalar şimdi kimin elindedir?” sorusunun yanıtını aramaktadır. Oran’ın tehdidi karşısında, bizim Ali’nin saçları kirpi gibi dikildi. Zira Ali, Atlantik Konsül adlı düşünce kuruluşunun proje direktörü olan Davit L. Phillips‘in, “Türklerle Irak Kürtleri Arasında Güven İnşası” başlıklı raporunda, “PKK’ya karşı askeri tedbirlerin çıkar yol olmadığı” düşüncesini benimsetmekle görevli olduğunu da bilmektedir… Tıpkı bizdeki bazı işbirlikçilerin, “PKK’ya karşı 30 yılda silahla sonuç alamadık” yalanını yaydıkları gibi… Şimdi Y-CHP de aynı yolun yolcusu olmuştur!..
Dilim söylemeye varmıyor ama Kılıçdaroğlu da BOP‘nin içerisinde bir görevlidir! Yüzündeki CHP maskesine aldanmayalım. Zaten o maske de yavaş yavaş inmeye başlamıştır. Göreceksiniz maske düştüğünde altından; Sezgin Tanrıkulu, Hüseyin Aygün, Süleyman Çelebi, Veli Ağbaba, Nurettin Demir, Sena Kaleli, Binnaz Toprak ile Salih Toprak karışımı bir karikatür çıkacaktır. Bu zatların, bir süre daha üzerlerine aldıkları görevin icabı olarak, nalına da mıhına da vuracakları tabiidir!.. Arada bir söylemleri ulusalcı ağızla olacaksa da eylemleri sürekli BOP’ne göre olacağına eminim. Yaşayıp göreceğiz işte!…
O bakımdan, vakit çok geçmeden, öncelikle CHP’yi işgalden kurtarmalıyız. CHP’yi kurtarmadan ülkedeki işgali kırmak imkansızdır!..
Ali’nin son sözleri ise şöyleydi:”Bir gün ayağımın dibinde yapılacak olan bir CHP’nin mitingine katılmayacağım, aklımın ucundan bile geçmezdi! CHP Genel Başkanı’nı Karaman önlerinde karşılayanlar arasında bulunmayacağımı ise biri söylese aklından şüphe ederdim. Rüyada mıyım diye, yerden bir taş parçası alıp alnıma dokundururdum!..Y-CHP bu günleri de gösterdi bize!.. Asıl korkum: Yaklaşan seçimlerde bu tavrımın sürmesidir!.. Zira, CHP üzerinden AKP’ye veya Cemaat’e oy vermek çok zoruma gider!..”
Erdoğan, Cumhuriyet’e karşı olduğunu açıkça söyleyerek inancının gereğini yapıyor, Kılıçdaroğlu ise, Cumhuriyet’ten yana görünerek Cumhuriyet karşıtlığı yapıyor!.. Birine diğerine üstün tutmak gerekmez, ikisi de makbul değil!..
Av. Cemil Can