MEHMETÇİK TGB'LİDİR
KİM NE DERSE DESİN MEHMETÇİK TGB’LİDİR, TGB DE MEHMETÇİKTİR!..
Doğrusu beş buçuk yıl beklemeye değdi! Beklendiği gibi sonunda Silivri’den adil bir karar çıktı! Yurtseverler, 13 Aralık 2012 günü Silivri zindanının duvarlarına kadar dayandı. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” ve “Faşizme karşı omuz omuza” sloganlarını biraz daha atsalardı, kampusun duvarları hükümetin eline gelebilirdi. Gençliğin önderi, ak saçlı gençlerin komutanı İlker Yücel her zamanki gibi sağduyulu davrandı. Çıkan arbedede yere düşen bir Mehmetçiği kaldırıp, yeniden görev yerinde, karşımıza dikti. Ne yaptığını soran arkadaşına:”Mehmetçik vatan görevini yaptığına inanıyor, biz de aynı şeyi yapmıyor muyuz? O da bizim kardeşimizdir, terhis olduğu gün bizimledir” demişti!.. İlker komutan, o gün çiğnesin diye ayaklarının önüne atılan Yunan bayrağını, yerden kaldırtan Mustafa Kemal gibiydi!.. Türk halkının gözünde büyüdükçe büyüyordu… 13 Aralık günü, Mehmetçik TGB‘li olmuştu, TGB zaten Mehmetçiklerle doluydu. İlker Başkan, bekçi kulübesinin üstünde; Kocatepe’de durur gibi kararlı ve cesaretli duruyordu. Anneleri yaşındaki kadınlara cop sallayan bir kaç densize; “Sakın ha!” diyerek parmağını sallaması, gözümün önünden hiç gitmiyor!..
TGB üniformalı gençlerden biri; ”Amca!” diyerek söze başladı: “Tepeden tırnağa tecrübe ile donanmış bu amcalar ve teyzeler engel olmazsa eğer; 8 dakika içerisinde, duruşma salonuna girebilir ve son kararı Türk Milleti Adına BERAAT olarak açıklayabiliriz” dedi!.. İşte 13 Aralık 2012’nin önemi buradan geliyor. Türk gençliği artık birbirinden kopuk değil, geçmişin birikimi ve deneyimi ile harmanlanmıştır. O nedenle hata da yapmıyorlar. TGB’nin başarısı bence bu alçak gönüllüğünde ve efendiliklerinde yatıyor!..
Benden de kocaman bir de aferin size çocuklar!.. Bu yaşta yine gözümüzü ıslattınız. Zaferiniz kutlu, gazanız mübarek olsun! And olsun ki, sizler önümüzde yürüdükçe, daha ne Silivrilere koşacağız!..
Gördüğünüz gibi 3200 yılda okunacak dava evrakı yetmemiş özel mahkemeye. Özel yetkili savcılar, yetkileri bittiği halde, yeni bir iddianame hazırlayıp, 13 Aralık gününe yetiştirdiler. Ne ilginç değil mi? Yetkileri kaldırılan “özel yetkili savcılık”ların yerini, TBMM’nde kurulan “Darbeleri Araştırma Komisyonu” almış! Mahkeme, şimdi de bu komisyonun bir kaç hafta önce hazırladığı raporları istemektedir. Böyle bir tutum, Ortaçağ engizisyonunda bile görülmemiştir. Bu durum açıktan kanuna karşı hiledir. Soruşturma yetkisi kalmamış savcılıkların (olmayan) işi, TBMM’nde kurulan komisyonlara yaptırılmaktadır. Aslında mahkeme de özel yetkili savcılıkla aynı duruma düşmüştür. Onun da görevi, yasa çıktığı gün bitmiştir. Sadece elindeki davalara bakacaktı. Bu mahkemeler, birleştirme yoluyla dahi gelse, yeni davalara bakamazlar. Birleştirme kararı da kanuna karşı yapılmış açık bir hiledir!..
Savcılığın esas hakkındaki mütalaayı okuyacağı gün, mahkeme ne yapmıştır?
Bu sorunun yanıtı esaslı bir başka kanıttır. Baktılar ki, Türk halkı davayı sahiplenmiştir, Atatürk’ün askerleri, devrimciler karınca sürüsü gibi Silivri’ye doğru akmaya başlamıştır, onlar da tembel taşeronlar gibi iş programlarını değiştirdiler!.. Tutumunu dışarıdaki olaylara göre belirleyen bir mahkemeye “bağımsız ve tarafsız” mahkeme denebilir mi? Mahkeme o gün verdiği birleştirme kararı ile 3200 yıla, sadece bir kaç yıl daha eklemiştir!.. 5 terebayt boyutlarındaki dava hacmi, 250 milyon sayfayı aşmaktadır. Sadece 21 iddianamenin sayfa sayısı 17 bindir. Aslında Silivri’deki bu 17 bin sayfa iddianame ile Türk milletinin iradesi tutsak edilmiştir… Evet aynen böyle olmuştur. İçeride tutuklu iken, milletvekili adayı gösterilip seçilen milletvekillerimiz vardır. Onları seçen, bu milletin özgür iradesidir. Ve kim ne derse desin, bu irade onların tutukluluğuna rağmen oluşmuştur. Milletin bu açık iradesine rağmen, milletvekillerini tahliye etmemek, millet iradesine doğrudan karşı gelmek ve o iradeyi tutsak etmektir. Doğal olarak millet, 13 Aralık günü bu hukuksuzluğa isyan etmiştir!..
Yukarıdaki çarpıcı verilere rağmen, “Davanın sonunu beklemek lazım”, “Hukuk çözer”, “Yargıya saygılıyız”, “Bu işin bir de Yargıtay’ı var”, “Biz yargılanmasınlar demiyoruz ki..” gibi sözleri söyleyenler; asrın bu en büyük tertibi içinde rol üstlenmişlerdir!.. Daha fazlasını söylemeye dilim varmıyor!..
Böylesine iddialı sözler söylemeden önce, ortada “yargının çözebileceği” bir davanın olmadığını ortaya koymamız gerekir!..
Bir kere bizdeki “özel görevli mahkemeler”e mahkeme denemez. Demek ki, ortada çağdaş anlamıyla bir “mahkeme” den söz edemeyiz. Bu düşüncemin birinci kanıtı şudur: Eğer Silivri’dekiler mahkeme sayılsaydı, iktidar tarafından kaldırılmazlardı. İkinci kanıt: Hukuken kaldırılan veya kaldırılması zorunlu görülen bu “mahkeme”lerin, son kararı vermesine olanak tanınmazdı. Çünkü verecekleri hüküm, daha baştan meşruiyetini kaybetmiştir. Alın size bir kanıt daha: Bildiğiniz gibi, bir önceki ara karara göre, esas hakkında mütalaasını vermesi için dosya iddia makamına tevdi edilmişti. O gün beklenen; iddia makamının, esas hakkındaki mütalaasını okumasıydı… Türk milleti adına karar vermeye yetkili olan bir mahkeme, halk kapıya dayandı diye, geri adım atmaz! Bağımsız ve tarafsız mahkemeler, hiç bir baskıya boyun eğmeden, yargılamaya devam ederler. Salt bu tutarsızlık bile, mahkemenin “Türk Milleti adına” karar verme yetkisi bulunmadığını kabul etmesi anlamına gelir!..
Öte yandan; mahkeme dediğin “bağımsız” ve “tarafsız” ise mahkeme sayılır. Bu nedenle, insanım diyen biri, Silivri’deki “Özel görevli Mahkemeler” için bu iki sıfatı kullanamaz!.. Daha da önemlisi; “bağımsız ve tarafsız” mahkemelerde, “masumiyet karinesi” esas alınır: Suçlu olduğu kanıtlanana kadar, herkes masum sayılır. Kaçma ve delilleri karartma ihtimali olmayan sanıklar tutuklu yargılanmazlar. Yurt dışında iken, hakkında soruşturma başlatıldığını öğrenip, mahkemeye gelenler ise, “kaçma ihtimali” vardır gerekçesi ile tutuklanmazlar! Türk halkının zekasıyla bu şekilde alay etmek kimsenin hakkı değildir! “Silivri hukuku” ile en temel hukuk ilkeleri sürekli ihlal edilmiştir. Tutuklamalar infaza dönüştürülmüştür. Bu mahkemelerde, bugün itibariyle söylersek; beraat eden bir sanıkla, 5 buçuk yıl hapis cezasına mahkum olan arasında, hiçbir fark kalmamıştır. Suçlu bulunan da masum olan da aynı cezaya çarptırılmış ve cezaları peşinen infaz edilmiştir!.. “Silivri Hukuku”nun hukuk, “özel görevli mahkeme”lerin mahkeme olmadığını kanıtlamak için bu örnekleri çok daha çoğaltabilirim!..
Hiç bitmeyecekmiş gibi giderek genişletilen bu dava, şimdi ne oldu da hızla bitirilmek istenmektedir?
Bu soruya yanıt vermeden önce, dışarıda hemen yanı başımızda neler olduğunu bilmemiz gerekiyor. Şu ana kadar, Esat rejiminin yanında yerini alan PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD, Suriye Ulusal Koalisyonu’na (SUKO) katılma kararı almıştır. Bu kadar kısa süre içerisinde, emperyalizmin paralı askeri haline geleceği beklenmeyen PYD’nin, bu ani dönüşü, Büyük Ortadoğu Projesi’nin uygulayıcılarına ek görevler yüklemiştir. Görünüşe bakılırsa, Kuzey Irak’taki Kürt yönetiminden sonra, Suriye’de de benzer bir oluşumun tanınacağı anlaşılmaktadır. Hiç kuşku yok ki, ondan sonra, sıra Türkiye’ye gelecektir. Patriotlar zaten bu nedenle sınırlarımıza yerleştirilmektedir. Günü geldiğinde hem bize, hem de İran’a karşı kullanılacaklarından kimsenin kuşkusu olmasın. Türkiye’de dağınık halde ve her bölgede yaşayan Kürtleri kontrol edebilmek öyle kolay bir iş değildir. Bunun için BDP yeterli görülmemiştir. Diğer kontrollü Kürt gruplarının ise, bu işi başarabilmesi beklenmiyor. Bu nedenlerle, KCK’nın açlık eyleminde, son sınavını vererek, Kürtlerin tartışmasız lideri olduğunu kanıtlayan Öcalan’ın, bir an önce özgürlüğüne kavuşturulması gerekiyor. Kürtleri, ancak o toparlayıp geçmişte olduğu gibi sopayla hizaya sokabilir. Zaten yıllardır kendisine bir ada tahsis edilerek, beslenmesinin nedeni de budur. O da şimdi görevini yapıp, efendilerine can borcunu ödeyecek! Lakin, bunun için genel af çıkartılması da lazım! Genel af çıkartılması için, önce kamunun adalet duygusunun iyice kanatılması gerekir. Ancak o zaman hükümet, bu kanayan yarayı “genel af” ile tımar edebilir!.. Herkes kabul etmektedir ki, kamunun adalet duygusu “Silivri Hukuku” ile ağır bir şekilde yaralamıştır. Özellikle de bu dönemde, TSK‘nin PKK ile savaşan komuta kademesine yapılanlar, unutulacak gibi değildir!.. Bütün hukuk kurallarını çiğneyerek, yurtsever komutanları, milletvekillerini ve aydınları onlarca yıl hapis cezasına çarptırmakla, istenilen o uygun ortam zaten hazırlanmıştır. Üstelik sanıklara savunma hakkı verilmeden en ağır cezalar verilmiştir ve verilecektir!..
Sonrası isyandır elbette. Hemen arkasından genel af ile durum kurtarılacaktır!.. Yalnız burada bir incelik daha vardır: “AKP bebek katilini af etti” demesinler diye, yasa önce Öcalan’ın yararlanamayacağı şekilde çıkartılacaktır. Sonrası kolay, Anayasa Mahkemesi’ne bir başvuru ile yasa iptal edilip, genelleştirilecektir!..
Yüksek mahkeme kararıdır bu, kim ne diyebilir ki?!
Çok kısa süre sonra Abdullah dışarıdadır ve gittiği yerlerde “halk kahramanı” muamelesi görecektir!..
Bu senaryonun devamını da görür gibiyim ama onu burada anlatmayacağım!..
Av. Cemil Can