Genel

“PAŞALAR DİLEDİĞİ KADAR KONUŞSUN”

balyoz-davasi

Balyoz Davası”nda karar açıklandı ama gerekçe hala yazılamadı. Kararı verenler ile gerekçeyi yazacak olanlar farklı olunca böyle sorunlar yaşanabiliyor. Gerekçe yürürlükteki hukuka uygun olacak. Bu nedenle, karar vermekten çok daha zordur… Özel Görevli Mahkemeler , TSK’nin 365 seçkin subayını, seçilmiş meşru hükümeti devirmek için “darbe yapmaya teşebbüs etmek”ten suçlu bulmuş !.. Hazırlıkların yapıldığı varsayılan 2003 yılında, eski Ceza Kanunumuz yürürlükteydi. 417’nci maddeye göre, bu suça teşebbüs etmenin cezası müebbet hapistir. Suç işlenirse, yargılama makamı suçu işleyenlerin koyduğu kurallara göre hareket edeceğinden, cezası yoktur demek yanlış değil. Garipliğe bakın ki, işlenirse suç olmayan eylemin, teşebbüs aşamasında kalması müebbet hapislik bir suçtur. Böyle bir tuhaflık ise bir tek bizde vardır!..

Mahkemenin kabulüne göre, sanıklar Erdoğan Hükümeti’ni düşürmek için ellerinden geleni yapmışlar, lakin ellerinde olmayan başka sebeplerle darbeyi yapamamışlar! Bu nedenle de 15 ile 20 yıl arasında değişen cezalara çarptırılmışlardır. Bu durumda ise, yasanın 61/2‘nci maddesi yerine 61/1‘nci maddesinin uygulanması ise ayrıca gerekçelendirmeye muhtaç kalmıştır… 

Bu yazıda yargılama sırasında yapılan hukuk ihlallerine değinecek değilim. “Dijital kanıtlar” denen CD’lerin sahteliği defalarca kanıtlanmış da ne olmuş? Sanıkların savunmalarının kısıtlanması ile lehlerine olan delillerin toplanmamış olmasına da bir şey demiyorum!? Çünkü bu yargılama bir karşıdevrim mahkemesinde yapılmıştır. Mahkeme kendi hukukunu yaratmıştır. Üzerinde durmak istediğim husus başkadır. Vicdanı kanının oluşmasında önemli rol oynayan zamanın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman Paşa’nın, karardan sonraki konuşmaları dikkatimi çekti. Basından izleyebildiğim kadarıyla, bu davanın sanıkları ve sanık yakınları da bu iki paşanın yerli yersiz konuşmalarına çok içerlemişler. CNN Türk televizyonunda Enver Aysever’in Aykırı Sorular programına konuk olan Emekli Orgeneral Atilla Kıyat; “Özkök ve Yalman, mahkemeye gelip konuşmayan bu iki komutanımız lütfen beni bağışlasınlar ve bundan sonra ebediyen sussunlar” demiştir!.. 

Bence bu iki komutan daha fazla konuşsunlar!.. 

Konuşsunlar da darbeyi nasıl önlediklerini birinci elden öğrenelim. Öyle ya, “darbeci” generallerin ellerinde olmayan ve darbe yapılmasını engelleyen hareketleri onlar yapmışlar. Bırakalım anlatsınlar da onların ne olduğunu biz de bilelim… Neler yapmışlar da darbeyi engellemişler acaba, çok merak ediyorum!.. “Ergenekon Davası”nda 3 Ağustos 2012 günü tanık olarak dinlenen Hilmi Paşa’ya, sanık avukatları “Genelkurmay Başkanlığı görevinizde bir darbe girişimine tanıklık etteniz mi, böyle bir duyum aldınız mı?” sorusunu yöneltmişlerdi. Paşa gayet açık şekilde bu soruya “hayır” yanıtını vermişti. Darbe girişimine değil tanıklık etmek , böyle bir duyum bile almadığını söyleyen Özkök, darbeyi nasıl engellemiş olabilir? Başka şekilde söylersek; Özkök Paşa, sanıkların elinde olmayan bir fiil ile suçun işlenmesini hiç bir şekilde önlemiş olamaz!.. Daha sonraki açıklamalarında ise, bütün sanıklar için “Silah arkadaşlarımın hepsi tertemizdir” ifadesini kullanmıştı. 

Davanın bütün kurgusu bu iki paşanın darbeyi önledikleri varsayımına dayandığına göre, konuşmalarında fayda var. Susacaklar da ne olacak? Gerekçeyi yazacak hakimler, “Adil yargılama yapılmadı diyemem” diyen Hilmi Paşa’nın “Ergenekon Terör Örgütü” için “Kasaptaki ete soğan doğrayamam, var da diyemem yok da diyemem” şeklindeki sözlerinden nasıl yararlanacaklar göreceğiz!.. Paşa “Ergenekon Davası”ndaki tanıklığı ile gerçekte “Balyoz Davası”nı çökertmişti. Sanırım bu yüzden olsa gerekir, “Balyoz Davası”nda tanıklık yapmasından özenle kaçındılar. Aksi halde Paşa’nın bir çuval inciri berbat etmesi işten bile değildi!.. Özel Görevli Mahkeme’de bol miktarda “tankları” ve “topları” bulunan zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın da dinlenmesi gerekirdi. Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya’ya konuşan Yalman’ın, “Darbeyi kim önledi” sorusuna verdiği, “Bilmem, Türk Ordusu tek kişi değildir. Tek Genelkurmay Başkanı da değildir. Ucuz kahramanlık kimseye yakışmaz. Türk Ordusu demek Kara Kuvvetleri Komutanlığı demektir. Hilmi Paşa’nın kaç tane tankı tüfeği vardı?” şeklindeki yanıt da başka bir gerçeği ortaya çıkartmış. Bu anlatıma göre, Kara Kuvvetleri envanterindeki silahları Genelkurmay Başkanı kendi emir ve komutası altında sayamıyor gibi. Bu duruma askeri disiplin içinde ne derler bilemiyorum ama garipsediğimi söylemeliyim. Öte yandan, Yalman Paşa’ya ikinci kez sorulan “Darbeyi siz mi önlediniz” sorusuna verdiği “Ben öyle demiyorum, iddianame öyle diyor” şeklindeki yanıtını ise, çok daha ilginç buldum. Bu nedenle mahkemede konuşmayan bu iki paşanın sürekli konuşmalarının yararına inanıyorum. Çünkü görünüşe göre, suçun işlenmesinde sanıkların elinde olmayan nedenleri yaratanlar onlardır!. O bakımdan onlara “Artık susun konuşmayın” deme yerine, “Dilediğiniz kadar konuşun” demek daha doğrudur. 

*** 

6 Haziran tarihli WikiLeaks belgesinde;ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson‘un gönderdiği “Erdoğan kendisine desteğin devamı halinde ABD’nin bir müttefiki olarak Ortadoğu ve Irak dahil olmak üzere Türk hava sahasını, kara ve demiryolları ile Mersin ve İskenderun limanlarını kullanımımıza açacağını taahhüt etmektedir” şeklindeki bölümü okuyan Kılıçdaroğlu, “Kendi ülkesini, kendi ülkesinin çıkarlarını korumayan adama hain denir” diyerek, Erdoğan’ı hainlikle suçlaması üzerine, hakkında 100 bin liralık manevi tazminat davası açılmış. Oslo görüşmelerindeki tavrı ve Yeni Anayasa ile ilgili işbirlikçi tutumu yüzünden, parti içinde saygınlığı iyice azalan Kılıçdaroğlu’na karşı açılan bu dava Erdoğan’ın attığı can simidi gibidir!.. Ayrıca ABD de Kılıçdaroğlu’nun yapay muhalefetinden memnundur. O bakımdan kolay kolay ondan vazgeçmesi düşünülemez. Bunu bildiği içindir ki, şımarıklığa devam ediyor. Kılıçdaroğlu, 2013‘te yapılacak yerel seçimlerde “ön seçim yapmayacağını” açıklaması ile göreve gelirken söylediği güzel sözlerin tümünü yalanlamıştır… “Parti içi demokrasiyi getireceği” vaadi ile CHP’lileri aldatan Kılıçdaroğlu’nun gerçek yüzü nihayet ortaya çıkmaya başlamıştır. Ön seçim yapılmamasını parti üye yapısının “sağlıksız” ve “kötü” olduğuna bağlayan Kılıçdaroğlu’na “CHP seçmeninin durumu nasıldır?” sorusunu kimse soramıyor!..

Metropoll’ün anket sonuçlarına göre, halka Gül ya da Erdoğan’dan hangisini istedikleri sorusu sorulmuş. Bu soruya CHP’liler arasında verilen yanıt şöyleymiş: yüzde 47,9 Gül, yüzde 4,6 Erdoğan ve yüzde 2 Kılıçdaroğlu. Kılıçdaroğlu, bu sonuçlara göre CHP seçmenine ne diyecek çok merak ediyorum. Bu insanlardan hangi yüzle yeniden oy istiyecek? İnsanda biraz utanma olur!..

BOP’un memuru Kemal Bey’in sözcüsü Hüseyin Aygün, şimdi de yeni bir cevher yumurtlamış: CHP kampının ikinci gününde “Ulusalcı, kafatasçılarla yürünmez” demiş. Kılıçdaroğlu ise CHP’de söylem birliği yok eleştirilerine “Her uzatılan mikrofona konuşursanız söylem birliği olmaz” diyerek daha da saçmalayıp Hüyesin Aygün’ü dahi yaya bırakmış!..Sanki konuşulmasa partide “söylem birliği” olduğu sonucuna ulaşılacaktı!..

Erdoğan’ı “hainlik”le suçlayan Kılıçdaroğlu, Oslo görüşmelerine destek vererek yurtsever olduğunu mu kanıtlıyor? Bu görüşmelerin sonunda varılacak olan yer; “özerklik” veya “federasyon” değil mi? Her ikisi de “Bağımsız Kürdistan”ın kurulması için bir aşamadır sadece. Devletsiz Uluslar ve Avrupa Ulusal Azınlıklar Derneği (Eurominority) ile Paris Kürt Enstitüsü’nün hazırladığı haritada Türkiye ikiye bölünmüş gösteriliyor. Oslo görüşmelerinin Türkiye’yi götüreceği yer bölünmüş bir Türkiye’dir. Bu süreci destekleyen Kılıçdaroğlu yurtsever oluyor da Erdoğan’ı hainlikle suçlayabiliyor!.. Hayret!..

Av. Cemil Can


 

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir