KONUK YAZARLAR

“TANE” TANE!..

 

İdare Hukuku kavramları olan; “yönetim” ve “hükümet”  sözcüklerinin anlamlarını bilmeyenler, doğal olarak “merkezi yönetim” ile “yerel yönetim” farkını da ayıramazlar.

Hal böyle olunca, “merkezi yönetim” yerine “merkezi hükümet” demekte bir sakınca olmasa da, “yerel yönetim” yerine “yerel hükümet” denilince, kocaman bir çam devrilmiş olur.[1]

Tıpkı, madde, eşya, söz, olay, iş, durum vb. için kullanılan  “tane” sözcüğünün insanlar (şehitler) için kullanılmasında olduğu gibi…

Şehit sayısını verirken bu hatayı yapan Reis’i, en ağır ve acımasız şekilde eleştiren TV kanalları, koca koca profesörlerin Coronovirüs’ten hastalananların “tane” ile saymalarının hoş karşılanmış olmasını garipsedim…

Aynı hataya düşen (Fox TV ve Halk TV) haber sunucularının bu durumunu fırsat bilip, bundan azami şekilde yararlanmaya çalışan İçişleri Bakanını da ayıplıyorum.

Bu noktadan yola çıkarak; Ankara, İstanbul ve İzmir büyükşehir belediyelerinin başlattığı “bağış kampanyaları”nın yasaklanması kamuoyu vicdanını oldukça rahatsız ettiğini söyleyebilirim.

Yerel yönetimler ile merkezi yönetimin (=hükümet) halka hizmet konusunda rekabet etmeleri halkın yararınadır.

Bağış konusunda sicili kötü olan Milli Görüşün bugünkü en etkili temsilcisi olan Recep Tayyip Erdoğan’ın, bu rekabette muhaliflerinin gerisine düşeceği endişesinin hâkim olduğu çok belli olmuştur…

 “BAĞIŞ KAMPANYALARI” ÇÖZÜM MÜ?

Belediye başkanının görev ve yetkilerini belirleyen Belediye Kanununun 38. Maddesinin (j) bendinde, “şartsız bağışları kabul etmek” ;  (n) bendinde ise , “Bütçede yoksul ve muhtaçlar için ayrılan ödeneği kullanmak, engellilere yönelik hizmetleri yönetmek ve engelliler merkezini oluşturmak”, belediye başkanının görevleri arasında sayılmıştır. [2]

Buna karşılık, Yardım Toplama Kanunun 2. Maddesinde yardım toplamanın “kamu yararı” gözetilerek yapılabileceğini; 3. Maddesinde ise  “muhtaç kişilere yardım sağlamak veya destek olmak üzere… …gerçek kişiler, dernekler, kurumlar, vakıflar, spor kulüpleri, gazete ve dergiler”in yardım toplayabileceği hüküm altına alınmıştır.[3]

Yardım toplama mülki idare amirinden izin alınması koşuluna bağlanmıştır.

İzin almadan yardım toplayabilecek dernek ve vakıflar da önceden belirlenmiştir.[4]

Bir göz atın isterseniz…

Belediye Kanunu ile Yardım Toplama Kanununun ilgili maddeleri birlikte değerlendirildiğinde; idari ve mali özerkliğe sahip kamu tüzel kişisi olan belediyelerin, Yardım Toplama Kanunu kapsamında olmayacağı son derece açıktır. Zira bütçesinde yoksul ve muhtaçlar için ödenek ayıran ve başkanı şartsız bağışları kabul eden belediyelerin, yoksul ve muhtaç durumda olan insanlar için “bağış kampanyası” düzenleyemeyeceğini savunmak, her iki yasanın da ruhuna aykırıdır.

Bu anlamda, İçişleri Bakanlığının hesapları “bloke kararı” hukuka aykırıdır.

Kaldı ki, bir mahkeme kararına dayanmadan,  idari bir kararla hesaplara “bloke kararı” konulması, “fonksiyon gaspı” niteliğinde, sakat bir idari işlemdir…

Geçmişte iktidarla aynı partiden olan Ankara ve İstanbul belediyelerinin, üstelik de seçimlerden hemen önce ve ölçüsüz bir şekilde, yardım yaptıkları görülmüştür. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun şimdiki durumu “devlet içerisinde devlet” gibi tanımlaması talihsizliktir…

Belediyelerin “bağış kampanyası” düzenlemesine göz yumulması halinde, HDP’li belediyelerin bu durumdan yararlanarak, PKK’ya mali destekte bulunacaklarını savunması acizliğin itirafıdır.

Yardım Toplama Kanununa göre, yardım toplama faaliyetlerinin izin veren makamın denetim ve gözetimi altında yapılacağı (m.16), belediyeler tarafından yapılan tüm faaliyetlerin ise, İçişleri Bakanlığı (mülkiye müfettişleri) tarafından denetlenebileceği tartışmasızdır. Bu açık yasa hükümlerine rağmen, HDP’li belediyelerin topladıkları paraları PKK’ya aktarabileceklerini düşünmek bile abesle iştigaldir…

Asıl tartışılacak olan konu; gelirlerini vergi koyarak toplayan devletin, “bağış kampanyaları” düzenlemek durumuna düşürülmüş olmasıdır!

Bugünlerde ihtiyaç duyulan parayı vergi koyarak toplayabilmek için maliyecilerin deyimi ile “kazın tüylerini iyice yolmak” gerekir. Oysa Türk halkının ezici bir çoğunluğunun ödeme gücü sıfıra yaklaşmıştır. Hal böyle olunca, beklenen parayı vergi koyarak toplamanın olanaksız olduğu görülmektedir. Sanırım bu yüzden bağış kampanyası ile yeni dönem zenginlerden daha fazla para toplanabileceği düşünülmektedir. Zira yaklaşmakta olan daha büyük ekonomik krizin, bu zenginleri de süpürüp götürebileceği korkusu vardır ve bu korku ile AKP iktidarının bu fırtınayı atlatması için pamuk ellerini ceplerine sokma mecburiyetleri gözükmektedir. Olaya bu yönünden bakılınca, Reis’in İçişleri Bakanına yürürlükteki yasaları bir kez daha çiğneme izni vermiş olduğu anlaşılmaktadır!

Dolaylı vergilerle para toplama yerine, bağış kampanyaları ile ödeme gücü olan kesimlerin hedef alınması halkın yararına kabul edilebilir.

Belediyelerin bağış kampanyaları yasaklanmasaydı, hükümet ile yerel yönetimler arasında yaşanacak rekabetten dar gelirli halkın yararlanacağı açıktır.

Her zamanki gibi “siyasi faydacılık” galip geldi ve yine halk kaybetti…

 “TEKALİF-İ MİLLİYE EMİRLERİ”

Hükümetin tek başına yürüteceği belli olan bağış kampanyasını, Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün Sakarya Meydan Muharebesi öncesinde koyduğu Tekâlif-i Milliye Emirleri’ne benzetmesini –hiç benzemiyor ama yine de- eleştirmemek gerekir.

Zira AKP iktidarının her sıkıştığında, Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek alması iyi bir şeydir. Çok da samimi gözükmese de; 15 Temmuz hain FETÖ Darbe Girişimi sırasında, AKP Genel Merkez binasına Atatürk posterinin asılması da son derece önemliydi…

Her zamankinden çok ihtiyaç duyduğumuz “milli birlik ve beraberliğin” paydasından Mustafa Kemal Atatürk’ün olma mecburiyetinin, kendini sağcı-muhafazakâr olarak tanımlayan anlayış tarafından kabul edilmiş olmasını doğru değerlendirmek gerekir…

 “EMPREVİZYON TEORİSİ” İŞE YARAYABİLİR

Muhalefet üzüm yemek mi yoksa bağcıyı döğme peşinde midir?

Kılıçdaroğlu ve kamuoyu önüne çıkmak için fırsatı kaçırmayan belediye başkanları, devlet garantili köprü ve otoyolları yapan müteahhitlere “garanti edilen” paraların ödenmesinin ötelenmesini önermektedirler. Çok belli ki, böylece yandaş olan bu şirketlerle iktidarın arasını açmayı planlamışlardır.

Bu şekilde iktidarı yıpratabileceklerini sanmaktadırlar.

Bana göre, iktidara talip olmayan ana muhalefet partisinin, bu önerisinin iktidar partisi tarafından derhal değerlendirilmesi gerekir!

Muhalefetin de isteği olan borçları ötelemekle, önemli ölçüde bir finans kaynağı elde edilmiş olacaktır.

Emprevizyon teorisi”,  bu konuda ve hatta daha sonraki dönemde, “imtiyazlı” sözleşmeleri iptal etmek için yegâne hukuki çıkış yoludur.

İşlem temelinin kısmen veya tamamen çökmesi halinde sözleşmenin yeni şartlara uyarlanmasını kabul eden “Emprevizyon Teorisi”,yeni Borçlar Kanunumuzun 138. Maddesinde “Aşırı İfa Güçlüğü” başlığı altında tarif edilmiştir.[5]

Buna da bir göz atın isterseniz…

 “KONSALİDASYON[6]VE MORATORYUM[7]” DÜŞÜNÜLMELİ

Dış borçlar için de bir çözüm vardır:

Devletlerin ödeme güçlüğüne düşülmeleri halinde başvurdukları tedbirler; “konsalidasyon”  ve “moratoryum”dur.

Bu yöntem kullanılarak, ödemesi yaklaşan dış borç faiz ve taksitlerinin ödenmesinin ötelenmesi denenmeli ve bu şekilde elde edilecek kaynak, Coronavirüs’ün yarattığı/yaratacağı problemlerin çözümünde kullanılmalıdır…

“DİYANET VE TARİKATLAR” AYAK BAĞIDIR

Laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşme” amacıyla kurulan[8]  Diyanet İşleri Başkanlığı; özel kanunu ile “laiklik ilkesi” ile vedalaşıp, sadece “İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları işlerini yürütmek”le[9]uğraşmaya başlayınca, enikonu siyasetin içerisine girmiştir.

Diyanet, siyasetin bir aracı olduktan sonra, adeta gericiliğin merkezi haline dönüşmüştür.

Son yıllarda verdikleri, akıl dışı fetvaları hatırlatarak canınızı bir kez daha sıkmak istemiyorum.

Bu nedenlerle, böylesine kritik dönemde tarikatlar ve Diyanet İşleri Başkanlığı, tüm kadroları ile birlikte sahadan çekilmeli, kriz bilim adamlarının öğütlerine göre idare edilmelidir…

“SERBEST PİYASA EKONOMİSİ”[10]  SİZLERE ÖMÜR

Ağzımızda tüy bitti; şu “kapitalsiz kapitalistler”e bir türlü anlatamadık:

Faşizm: Kabaca, kapitalizmin gerektikçe zora başvurduğu yönetim biçimidir; başka bir ifade ile sermayenin diktatörlüğüdür.

Kapitalizm ise, üretim araçlarının büyük bölümünün kişilere ait olduğu ve bu kişilerce işletildiği, üretimin kâr amacıyla yapıldığı, arz-talep dengesinin serbestçe belirlendiği ekonomik sistemdir. Böyle bir sistemde emeği ile geçinenler ekonomik yönden daima zayıftırlar. Bu yüzden de temel hak ve özgürlükleri kullanamazlar. “İnsan hakları”, “demokrasi” ve “özgürlük” kavramları ayrıcalıklı sınıf olan kapitalistler için söz konusu olunca bir anlam ifade eder.

Kapitalizmin ne kadar vahşi olduğu ve kapitalistlerin kendilerinden başkalarını düşünmedikleri, son haftalarda yaşanan iğrenç olaylarla, bir kez daha kanıtlanmıştır.

Serbest Piyasa Ekonomisini esas alan koca koca devletler, nitelikli hırsızlık yapıyorlar; birbirlerinin maskelerini ve tıbbi araçlarını “gasp” etmeye başladılar[11]

GELECEĞİN YILDIZI “KARMA EKONOMİK SİSTEM”

Ekonomi okumayan birinin, ekonomik sistemleri anlaması çok da beklenemez.

Özellikle de komünizm gibi kapitalizme karşı geliştirilmiş ekonomik sistemleri anlamak çok kolay değildir. Ama “Karma Ekonomik Sistem”i anlamak için bir satır bile okumaya gerek yoktur.

Karma Ekonomik Sistem, Serbest Piyasa Ekonomisi ile “Planlı Ekonomi”nin yan yana hayat bulduğu bir ekonomik sistemdir…

Atatürk tarafından formüle edilen bu sistem; halkın eğitim, güvenlik, sağlık ve beslenme gibi temel ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılandığı; devletin kar amacı gütmeksizin ekonomik faaliyetlere belli alanlarda müdahale etmesine olanak sağlar ve tekelleşmelere izin vermez.

Karma Ekonomik Sistem, 1970’lerin sonunda bu yana Çin’de uygulanmaktadır.

Başka bir ifade ile Mustafa Kemal Atatürk’ün fikri, dünyanın en büyük ikinci ekonomisini yönetmektedir.

Serbest Piyasa Ekonomisi ise, yukarıda kabaca tarifini verdiğim ve 10 nolu dipnotta adlarını saydığım maskeleri düşmüş devletlerin uyguladığı ekonomik sistemdir…

BUNA “SİYASET” DENİR Mİ?

Az gelişmiş 3. Dünya Ülkeleri’nin gündemi genellikle siyasettir.

Gelişmiş ülkeler ise, bilim, sanat, ve edebiyat konuşurlar.

Coronavirüs’ün insanlığa dayattığı gündem, doğrudan doğruya “yaşama hakkı” ile ilgilidir. Yaşama hakkının korunması, herkesin ortak sorunudur. Bu konudan “siyasi rant”  elde etmeye çalışmak en hafif tabiri ile ilkelliktir.

Ne yazık ki, ülkemizde siyasi iktidar ile muhalefet bu dersten sınıfta kalmışlardır.

Devletin nakit para sıkıntısını bilen muhalefet, bu durumu fırsata çevirerek, Türkiye çapında sokağa çıkma yasağı konulmasını istemektedir. Kuşkusuz Coronovirüs salgınını önleyebilmek için sokağa çıkma yasağı koymak gereklidir. AKP iktidarının bunu koyamayacağını, koysa da başarılı bir şekilde uygulayamayacağını bilen muhalefet, ısrarla sokağa çıkma yasağı istemektedir!

Bu davranış, ilk bakışta iyi niyetli gibi gözükse de öyle değildir!

Aynı şekilde, siyasi iktidar da “bağış kampanyası” tekelini kendi elinde tutmakla, bu konudan muhalefetin “siyasi rant” elde etmesini engellemeye çalışmakta ve Türk halkının yaşam hakkı ile kumar oynamaktadır…

Bu davranış da iyi niyetli kabul edilemez!..

“PARA BASMAK ÇÖZÜMDÜR”!..

İktidar ve muhalefetin “faydacı” anlayışla Coronavirüs salgınına yaklaşmaları yüzünden, halkın sokağa çıkma yasağını genişletip, herkese uygulayabilmek için tek yol kalmıştır. O da para basmaktır. Para basılmasının ileride ne gibi sorunlar ortaya çıkaracağını bizler göremeyebiliriz. Çok da önemli değildir. Ekonomistlerin bir kısmı, para basılması ile enflasyonun artacağını savunmakta, bir kısmı bir şey olmaz demektedirler. Demek ki, her iki halde de ödeme gücü olmayan biz fakir halka bir şey olmayacaktır. Parası olanların paralarının değerinin düşecek olması; olsa olsa devlet garantili işletme sahipleri ile onların aylıksız memurları olan “kapitalsiz kapitalistler”in derdi olabilir…

ABD’nin karşılıksız para basması karşısını normal gören bu kesimin, bizim para basarak bu sıkışıklığı atlamamıza itiraz etmelerini anlamak mümkün değildir.

Hiper enflasyon bile olsa, azdan az alır, çoktan çok götürür!..

“PKK/PYD’YE YATIRIM” UNUTULMADI!..

ABD öncülüğündeki IŞİD Karşıtı Koalisyon, PKK’nın kontrolündeki Haseke ve Şedadi’deki hastane ve hapishanelere Covid-19 salgınına karşı kullanılmak üzere 1 milyon 200 bin dolar değerinde malzeme göndermiştir.

ABD Dış İşleri Bakanı Pompeo, 27 Mart’ta Suriye’deki ortaklarına sağlık harcamaları için 16.8 milyon dolar yardım sağlanacağını duyurmuştu.

Suriye’deki PKK/PYD için Amerikan bütçesinden ayrılan toplam para ise 200 milyon dolar olarak belirlenmişti.

Günde 1000 kişiden fazla ölüm olayının yaşandığı ABD’nin, kendi halkının sağlığına verdiği değer ile PKK/PYD’lilere verdiği değeri gösteren bu yardımlar, ümit ederim ki  “Suriye’de ne işimiz var” diyenlere bir şeyler anlatmaktadır…

“10 ARALIK HAREKETİ”[12]BAŞARILI!..

FETÖ’nün “kaset operasyonu” ile CHP’yi ele geçiren 10 Aralık Hareketi, “tek adaylı kongreler” tuzağı ile kurultay delegelerinin çoğunluğunu ele geçirince; eski Genel Sekreter Yardımcısı Yılmaz Ateş, eski İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. Ümit Kocasakal ve eski CHP Milletvekili Albay Dursun Çiçek’in kızı Av. İrem Çiçek’i, CNN TÜRK televizyonunda programa katıldıkları gerekçesi ile partiden ihraç ederek “tek seslilik” yolunda önemli bir yol kat etmiştir.

CHP’nin vakfa dönüştürülerek kapatılmasını savunan bu ekip, CHP’yi vakfa dönüştüremedi ama ideolojik olarak kapatılmasını başardı!

CHP’yi işgalden kurtarmadan Türkiye’nin kurtarılamayacağına inandığım için bu haberi de vereyim diye düşündüm…

Ateş, kuru öksürük, yorgunluk ve nefes almada zorluk çekmeyeceğiniz güneşli günler diliyorum…

Av. Cemil Can

DİPNOTLAR:


[1] Aslında,  idari teşkilatımızda “yerel hükümet”ler olmadığından “merkezi hükümet” kavramını kullanmak son derece hatalıdır.

[5] MADDE 138-Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.

[6] Konsolidasyon, uluslararası borçlanma işlemlerinde, borçlu olan devletin alacaklı olan kurum ya da devletle anlaşarak, borcun vadesinin daha ileri bir tarihe alınması işlemine verilen addır.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Konsolidasyon

[7] Moratoryum, borçlanıcının, ödeme gücünü kaybetmesi nedeniyle borçlarının tümünü veya bir kısmını ödeyemeyeceğini ilân etmesidir.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Moratoryum

[8] Madde 136–Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.

https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.2709.pdf

[9] Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Madde.1:

İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Cumhurbaşkanlığına bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.

https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.633.pdf

[10] Serbest piyasa ekonomisi, ekonomik faaliyetlerin tam rekabet şartları içinde serbestçe yapılabildiği, ekonomik sorunların çözümünün devletin ekonomiye müdahalesiyle değil fiyat mekanizması aracılığı ile gerçekleştirildiği ekonomi.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Serbest_piyasa_ekonomisi

[11] İsviçre merkezli Mölnlyeke adlı şirketin İtalya ve İspanya için Çin’den ithal ettiği yüz milyonlarca maske ve eldivene Fransa el koydu; Almanya üzerinden İtalya’ya gidecek olan maskelere de Almanya el koydu. Çin’in İtalya’ya yolladığı yüzbinlerce maskeye ilk el koyan Çek Cumhuriyeti’ydi. İtalya, Yunanistan’a gidecek 2 bin solunum cihazına el koydu. Almanya’nın parasını vererek Çin’den sipariş ettiği 200 bin maskeye Tayland’ın başkenti Bangong’da ABD el koydu. (05.04.2020 tarihli gazeteler.)